Peyami Safa bir makalesinde:

“Bir milleti yok etmek isterseniz, askeri istilaya lüzum yoktur. Tarihini unutturmak, dilini bozmak, dininden soğutmak ve dolayısıyla manevi değerlerini, ahlakını yozlaştırmak kâfidir.” demektedir.

Yedi düveli yendiklerini, düşmanı denize döktüklerini, vatanı düşmandan kurtardıklarını millete yutturmaya çalışanlar düşmanın yapamadığını gayet sistemli ve zalimane tedbirlerle yapmış ve kısa sürede büyük ölçüde amaçlarına ulaşmışlardır.

Alfabenin değiştirilmesi yetmemişti. Batıdan devşirilen Latin alfabesine Türk Alfabesi, bin yıldan fazla kullandığımız, okuyup yazdığımız İslam alfabesine de Arap alfabesi denmişti. Bin yıl İslam kültürü ile yoğrulmuş kültürümüzden bir çırpıda sıyrılmak isteniyordu. Gerek konuşma dili ve gerekse ili, edebiyat ve yazışma dili de İslam’ın etkisi ile birçok terim ve zengin bir kelime hazinesi ile tezyin olmuştu. Edebiyatta Farsçadan ve Arapçadan, ilimde ve konuşma dilinde Arapçadan birçok kelime adeta Türkçeleşmişti. Fakat Kemalizm’in din düşmanlığı o dereceye varmıştı ki kelimelere bile tahammül edilemiyordu. Bu kelimelerin de derhal unutturulması, gerekirse yasaklanması gerekiyordu. Fakat bu kolay değildi. Dolayısı ile zaman içerisinde halledilmesi gereken bir mesele idi.

Bizzat Atatürk tarafından desteklenen Güneş-Dil Teorisinin özü şu idi:

"Bütün diller Türkçeden türemiştir. Bütün kavimlarin ataları da Türklerdir. Yani bütün ırklar Türk ırkından türemiştir."

Türkçenin diğer dillere kaynaklık ettiği düşüncesi 1932’de toplanan Birinci Türk Dil Kurultayı’nda bazı bildirilerde yer almıştır.

Dil devrimi başladığında, önce dildeki bütün yabancı(!) sözcüklerin atılması düşüncesi hâkimdi. Dilde bulunan ve anlamı herkesçe bilinen ve kullanılan ama kökeni bilinmeyen, günümüzde de kullanılan birçok kelimenin atılması gerektiği belirtilmiştir.

Atatürk'ün konuyla ilgili görüşü şudur:

“Ülkemizin yüksek istikbalini korumasını bilen Türk milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

Bu anlayış Türkçe üzerinde büyük müdahalelere sebep olmuş, kullanılan ve konuşulan kelime sayısında çok büyük oranda azalma meydana gelmiştir.

Böylece de düşünme, muhakeme etme, bilimsel çalışma üretme vb. konularda geriliğe sebep olmuştur. Eş anlamlı kelimeler çoğalmış ama her kelimenin değişik türevleri unutturulmuştur.

Mesela. “stres” kelimesinin Türkçedeki tam anlamı aşağıdakilerden hangisi ile ifade edilmelidir diye sorulacak olsa aşağıdaki kelimelerden herhangi birinin yerine kullanılabileceği açıktır:

"Dert, gam, kahır, keder, gussa, yeis, tasa, mihnet, elem, üzüntü, sıkıntı, endişe, kasvet, nedamet, melâl, enduh, füduret, hüzün, hüsran, hicrân, ızdırap, inkisar, kâbus, hafakan, teessüf, teessür, vehim, buhran, matem, gaile…"

“At” kelimesinin yerine de ne çeşit at sorusuna cevap olarak, "kısrak, beygir, aygır, tay, gölük, kadana, küheylan, safkan, ester, güre, kulun, midilli, rahvan" kelimelerinden uygun olanı kullanılabilecekken sadece “at” ile dilin ne kadar kısırlaştığı anlaşılabilir.

Bunun gibi “onur” kelimesi yerine, "izzet, haysiyet, namus, vakar, erdem, hatır, itibar, aziz, hürmet, saygıdeğerlik, seciye..." kelimelerinden uygun olanı kullanılabilecekken tek kelimeye indirilerek ne kadar zayıf bir ifade olduğu anlaşılmaktadır.

Bu nedenle bugün gençlerimiz İstiklal marşımızı anlayamıyor. Kemalistler bile Atatürk'ün gençliğe hitabesini anlayamıyor.