Günümüz demokratik toplumlarında “Hâkimiyetin bila kayd-u şart millete ait olduğu” (egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu) ısrarla vurgulanarak halklar ilahlaştırılmakla beraber hiçbir zaman da halkın dediği olmamıştır. “Halka rağmen halk için” anlayışı ile halka sayısız dayatmalar olagelmiştir. Bilhassa yakın tarihimizde bunun onlarca örneği vardır. Halka sorulmadan harf inkılabı, şapka devrimi, kıyafet devrimi gibi birçok örnek vermek mümkündür.

Aslında bu, egemen ve zengin tabakanın ilahlık iddialarını gizlemek amaçlı bir şeydir. Halkın adını kullanarak halk adına kendi istek ve arzularını gerçekleştirmek için demokrasi ve laiklik zırhına bürünmüşlerdir.

Kendileri açıklamasalar bile sözleri ve muameleleriyle, dine karşı oldukları açık olanlar bile, dine karşı dini argümanları kullanmışlardır. Devleti işgal etmiş olan mutlu bir azınlık kadınların örtünmelerine ve başörtülerine karşı estirdikleri teröre Nur Suresi 31. Ayetindeki “Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Açıkta kalanlardan başka süslerini göstermesinler, başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar” ifadelerindeki başörtüsü “Humur خمر-” kelimesini başörtüsü değil meme örtüsü olarak dayatmaya çalışmışlar ve zulümlerine alet etmişleridir.

Türkiye siyasetinde de bilhassa Mason oldukları herkes tarafından bilinen liderlere, dindar insanların oy vermeleri için birçok ayet, alet edildiği gibi birçok uydurma hadis de bu amaçla kullanılmıştır. Bazı dini cemaatler de para, mevki ve menfaat karşılığı bu kişileri ve siyasi partileri desteklemişlerdir. Buna da en çok alet ettikleri “Sizden olan ulu-l emre itaat edin”[1] ayeti olmuştur.

Laik sistemlerde din ile devlet işleri birbirinden ayrı iken, ülkemizde din devlete karışamamakta ama devlet (laikliğe göre devletten bağımsız olması gereken) Diyanet İşleri Başkanlığı vasıtasıyla camileri ve diyanet görevlilerini emri istikametinde çalıştırmakta, vaaz ve hutbelere müdahale edebilmektedir. Gayrı Müslüm ve dine karşı olanların da vergileriyle diyanet görevlilerine maaş ve sosyal hakların verilmesi bu çevrelerde rahatsızlığa sebep olmakta ve dine karşıtlıklarını körüklemektedir. Hatta Alevî vatandaşlarımız bu manada haklı olarak cem evlerine ve dedelere de devlet yardımı yapılmasını demokrasinin bir gereği olarak görmektedirler.

Seküler laik devlet, dinî bir gereklilik olan kurban, fitre ve zekatı Türk Hava Kurumu ve Kızılay gibi laik sistemin kurumlarına isterken laiklikten taviz verdiğini görmezden gelmektedir.

Hülasa tarih boyunca İslamiyet dâhil, bütün dinler istismar edilmiş, siyaset, saltanat, ticaret, şan, şöhret ve kavmiyete alet edilmiştir.

 

[1] Nisa, 4/59.