İnsan yaratılışındaki özelliği nedeniyle iyiye de kötüye de, günaha da, hayır ve sevaba da yatkındır. Yapısı itibariyle hataya meyyal olan insanın sürekli uyarılmaya, ikaz edilmeye, iyiye ve hayra yönlendirilmeye ihtiyacı vardır.

Bu nedenle Peygamberler gönderilmiştir. “Emri bil maruf nehyi anil münker”in yani iyiliği emredip kötülükten men etmenin İslâm’ın temel prensiplerinden olması bu nedenledir.

İnsandaki bu özelliği bilen, iyi-kötü, doğru-yanlış, günah-sevap konularında hassas olan, daha net bir ifade ile Allah’tan korkan ve Ahiret gününün şuurunda olanlar daha dikkatli davranmışlardır.

Çarpıcı bir örnek olması bakımından adaleti, cesareti ve devlet yönetimindeki üstün başarısı ile meşhur Hz. Ömer (r.a.)’ı gösterebiliriz.

Hz. Ömer (r.a.) halifelik görevini aldıktan sonra kendi parasıyla bir adam tutmuştu. Bu adamın görevi her gün, günün belirli saatlerinde Hz. Ömer` in yanına gelerek ona; “Ya Ömer Allah`tan kork, ölüm var!” demekti.

Aslında görebilenler için hatırlatıcı ve uyarıcılarımız çoktur. Dünya hayatının bir imtihan olduğunu, iyi ve kötü ile doğru ve yanlış ile günah ve sevap ile sınandığımızı ve bunun karşılığını da mutlaka göreceğimizi haber veren olaylarla sürekli karşılaşıyoruz.

Hz. Ömer’den muhteşem bir örnek daha verelim:

Hz. Ömer (r.a.) hilafete geçtiği zaman: “Ey nas! Ben haktan, adaletten ayrılırsam ne yaparsınız?” diye sormuştu. Ahaliden biri:

Ya Ömer! Sen eğrilir, haktan inhiraf edersen, seni kılıcımızla doğrulturuz!” cevabını verince Hz. Ömer (r.a.):

Elhamdülillah! Eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak arkadaşlarım varmış!” diyerek şükretti ve sevindi.

İnsanların mevki ve makamı yükseldikçe, maddiyatı ve gücü arttıkça, sorumluluğu ve hesabını vermesi gereken şeyler de artar. Dolayısıyla yol gösterilmeye, uyarılmaya, hatırlatılmaya daha fazla ihtiyaç duyarlar, duymaları gerekir. Çünkü kendilerini yani zihinlerini meşgul eden şeyler de artmıştır.

Hz. Ömer (r.a.) gibi hak ve adaletin, hesap gününün bilincinde olan yöneticiler elbette hassas davranacaklardır. Elbette uyarıcılara kulak verecek, elbette bunu isteyeceklerdir.

Ama hassasiyetleri dilde olanlar, bunu bir reklam vesilesi, ilgi ve destek görme aracı olarak görenler için aynı şey söylenemez.

Zira inandıklarını söyledikleri şeyleri yaşantılarında görmek mümkün olmadığı gibi çevrelerine de hakiki uyarıcıları yaklaştırmaz, muhtemel seslere de kulaklarını tıkarlar. Dolayısıyla vicdanlarını bastıracak, yanlış ya da kötülüklerini haklı ve mazur gösterecek şeyleri, çevresinde yer almalarına müsaade ettiği kişilerin de yardımı ile kolay bulurlar.

Belli bir göreve ya da yönetime geldikten sonra ahaliye“Ey nas! Ben haktan, adaletten ayrılırsam ne yaparsınız?” sorusunu sormak kolay değil elbet. Yürek ister, inanç ve samimiyet ister.

Hele “Sen eğrilir, haktan inhiraf edersen, seni kılıcımızla doğrulturuz” gibi kararlı ve samimi bir şekilde uyarıcıları etrafında bulundurması, onlara bunu söyletecek cesaret ve ortamı vermesi, o yöneticideki imanın ne derecede olduğunu gösterir.

Kendisini uyaranları ya da uyaracakları gördükten sonra “Elhamdülillah! Eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak arkadaşlarım varmış!” diye şükür teslimiyeti göstermesi de ondaki inancın, yüreğin, samimiyetin, adalet duygusunun ve Allah korkusunun ne kadar yüce olduğunu ortaya koymaktadır.

Ölçü belli ve açık ama önce ihlas ve samimiyet.

Kendi aklından başkasına güvenmeyen, her şeyin en iyisini ve doğrusunu bildiğini sanan, kibir ve enaniyetin zirvesinde gezinen, istişareye kapalı, yağcılık ve yalakalıklara açık olanlarla, Hz. Ömer örneğinde olduğu gibi, yanlış ya da sapma yaptığında uyarılmaya ve eleştiriye açık, istişareyi önemseyen, mütevazi ama izzetinefis sahibi, sorumluluğunun bilincinde, hak ve adalet şuuruna sahip olanlar arasındaki farkı bilmek ve görmek önemli tabi.

Padişahken bile nefsin ve dünyanın aldatmacasına kapılmamak için muhafız kıtasına “Mağrur olma Padişahım, senden büyük Allah var!..” dedirten bir neslin, bir medeniyetin mensupları olduğumuzu hatırlatarak son sözü Şeyh Edebali’nin şu cümlesine bırakalım:

Milletin kendi irfanı içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.