Köylerde zaman çoktur. Hele boşa harcanacak zaman o kadar çoktur ki, uğraşacak bir şeyler yapma arayışına girilir. Akşam olunca “ne yapabiliriz?” diye karar kara düşünülürdü.

Her köyde illa ki eğlence ve komiklik konusu olabilen birkaç kişi vardır. Akşamları belli evlerde toplanılır ve hararetli şakalaşmalar yapılırdı.

Çoğu kez akşam olunca her şey bir kenara bırakılır, her işe ara verilir; ya dede veya ninelerin anlatacağı hikâyelerini dinlemek üzere etrafında toplanılır ya da okuduğu veya okutturduğu kitabı en güzel şekilde yorumlayacak bir büyüğün yanına gidilirdi.  

Sakın “bugün böyle köyler, yerler kaldı mı demeyin,” çünkü bu anlattıklarım eskiden köylerde yapılanlardı.

Yıllar önce köyde küçücük çocuk iken, yaptıklarımızdan sadece bir tanesiydi bu yazdıklarım.

Yazın bir şekilde akşamları vakit geçiyordu, ama kışın çok zor geçiyordu zaman. Karakış diye tabir edilen zamanlarda kar yerleri, yolları ve gezilecek alanları kapattığı zamanlar; köylüler evlerine kapanmak zorunda kalıyorlardı. Gündüzleri davara yığmaları getirmek üzere dağa, ormana gidiliyordu, tavşan, geyik avına çıkılıyordu. Hayat diye bilinen her evin uzunca salonunda paçada ateşler yakılırdı. Hayvanların yedikleri yığmalardan arta kalan dalların çokluğundan dolayı yakacak sıkıntısı pek hissedilmezdi.

Esas sıkıntı akşamları oluyordu. Harlanan şömine şeklindeki paca ateşinin başında toplanarak, uçları ateşte parlayan dalları elimize alarak birbirimizle şakalaşırdık. Anne ve babamızın yapayın, etmeyin, rahat durun söylemleri arasında dışarıya çıkar elimize aldığımız ince uzun çalıları ateşe tutar, ucu yanınca gökyüzünde daireler çizerdik

Köylüler yaşlarına göre bazı evlerde toplanılır, kendilerince oyunlar oynanır ve kuyu, hararetli sohbetler yapılırdı. Her gece birçok evde kuruyemişler yenir, şirelik ürünleri tüketilir, keklik, tavşan veya yumurtadan çiğköfteler yoğrulurdu.

Biz çocuklar olarak, en çok Yaşlı bir amcamız olan Abuzer Emminin evinde bulunan Battal Gazinin Destanı olan bir kitabın okumasını dinlerdik. Yaprakları sararmış, hatta çoğu yaprakları kopmuş o kitabı dinlemek bize son derece mutlu ediyordu. Hele Abuzer Emminin o essiz bir şekilde bizi mest eden o okuyuş tarzıyla zaman nasıl geçtiğinin farkına varamazdık. Dinlerdik, dinlerdik, bir daha, bir daha dinlerdik. Bıkmadan, usanmadan dinlerdik. Bizler o kitabın bağımlısı haline gelmiştik. Ruhumuza, yüreğimize, iliklerimize işlemişti, her paragrafı, her satırı, her kelimesi.. Her farklı bir hikâyede farklı dünyalara yolculuk ederdik,  Seyyit Battal Gazi gibi, her düşmanla çarpışan bizler de oldurduk. Her harekette ayağa fırlar, her vuruşta bizler de yere ya da arkadaşımıza vururduk yumruğumuzu. Hikâye bittiğinde biler de yorgunluktan biterdik, kan ter içince kalan biz olurduk. Sadece Seyyit Battal Gazi destanı mıydı okunan! Hayır, daha başka kitaplar da vardı; ama hiç biri bu kitap kadar bizi etkilemiyordu. Bitkin, yorgun, argın, ama mutlu ve huzurlu olarak evlerimize dağılır,  ertesi akşamı beklemenin sabırsızlığıyla derin uykulara dalardık.

 Gülerdik, eğlenirdik, neşemiz yerindeydi. Radyo nedir, televizyon nedir, telefon ve daha ismini bilmediğimiz bir sürü cihaz nedir bilmezdik, umursamazdık. Balla, yoğurtla, kaymakla, hele pekmezle yenilen köy ekmeğinin tadı ve lezzeti bir başkaydı.

Belki kunduralarımız yoktu, giyerdik bir zile lastik ayakkabısını çakırkeyif olurduk. Bir öğretmen, bir imam, bir muhtar ne derse o olurdu.

Sabah namazıyla beraber yola düşerdik. Bazen tarlaya, bazen bahçeye, bazen bağ-bostana, bazen keçileri, koyunları ya da sarı öküzü gütmeye, bazen bir tanıdığın işlerini yerine getirmeye giderdik. Zevkle, isteyerek ve gönüllülük esasına göre imece usulü. Aklımızda, yüreğimizde, gözlerimizde, ne bir korku, ne bir endişe, ne de bir kaydı bulunurdu. Yorgunluk, stres, depresyon denen şey nedir bilmezdik. Bırakın kendisini, adını bile bilmezdik/duymazdık.

Güvenirdik arkadaşımıza, dostumuza, komşumuza... Korkumuz yoktu, güven içindeydik, tehlike nedir bilmezdik. Saklambaç oynar,  kol kola girer gezer, sek sek sekerek oynar, al satar, bal satardık, kan kardeş olurduk birbirimize… Cinler, periler uykumuzu kaçırsa da her defasında yine dinlerdik, bıkmadan, usanmadan ve öylece uyumaya çalışırdık.

Şimdi öyle mi, büyüdük, değiştik, dünya değişti, hikâyeler değişti, oyunlar farklılaştı, insanlar,  yüzler, karakterler, fırıldaklar değişti. Biz köyümüzde çocukken demeler bile değişti.

“Bunları herkes yaşadı, anlatmaya ne gerek vardı” da diyebilirsiniz tabi!

 

Kerim BAYDAK

[email protected]