IMG-20230527-WA0000

1950 seçimleriyle tek başına iktidara gelen Demokrat Parti, Adnan Menderes’in Başbakanlığında on yıl iktidarda kalmıştır. Menderes hükümetinin yaptığı ilk icraatlar 18 yıl Türkçe(!) okunan ezanın eski halinde okunmasına ceza verilmemesi, Kuran kurslarının ve Kuran okumanın suç sayılmaması, ilkokul 4. ve 5. Sınıflara din derslerinin konması olmuştur. 
Ancak Kemalist zihniyet İttihat ve Terakkiden beri dilinden düşürmediği “İrtica” yaftası ile bu icraatları Cumhuriyete ihanet olarak yorumluyor, din derslerinin ilkokullarda okutulmasını da Atatürk’ün kabrinden bir taş koparmak olarak telakki ediyordu.
Çok partili sisteme geçmekle iktidarı kaybeden ve seçimle bir daha iktidara gelemeyeceğini anlayan diktacı zihniyet ihtilal yapmaktan başka çare bulamamıştı. Her ihtilalde olduğu gibi önce ihtilalin alt yapısı oluşturuldu. Üniversitelerde Marksist, Leninist kadrolarla öğrenciler kışkırtılarak olaylar çıkarıldı. Gazetelerde uydurma manşetlerle öğrencilerin kıyma makinelerinden geçirildiği vb. zulümlere maruz kaldığı haberleri yayıldı. Said-i Nursi gibi toplum önderleri ve âlimlerin kitapları en çok bu dönemde yasaklanıp takibata alındığı ve inananlar üzerinde baskılar devam ettiği halde irtica yaygaralarıyla hükümetin bir an önce alaşağı edilmesi için ordu tahrik edildi. Genç subaylar iktidara karşı kışkırtıldı. Nihayet 27 Mayıs 1960 günü genellikle albaylardan oluşan ve içlerinde Alparslan Türkeş’in de bulunduğu bir cunta tarafından ihtilal yapıldı. TBMM lağvedildi. Demokrat Partinin bütün milletvekilleri, başbakan, bakanlar ve cumhurbaşkanı tutuklanarak Yassıada’ya gönderildi.
 
 
O günün şakşakçı ve postal yalayıcı basını da diğer bütün darbelerde yapacağı gibi buna da alkış tutuyordu.

TUTUKLAMALAR
Merhum Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil, İsviçre’de Fransızca olarak yayınladığı ve daha sonra Türkçeye çevrilen “27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri” adlı eserinde 27 Mayıs sabahı Demokrat Parti iktidarının yıkılmasını şöyle anlatmaktadır:
26/27 Mayıs gecesi her türlü tertibat yerli yerince alınmıştı. Plân gereğince, önce PTT ve Ankara Radyosu’nu ve sonra da tespit edilen diğer yerleri ele geçirmek için sabah saat dört-te tam teçhizatlı ve elleri silahlı Harp Okulu talebeleri, uykuya dalmış şehre indiler. Sadece küçük bir mukavemetle karşılaştılar. Yalnız PTT’nin işgali bir kişinin ölümüne mal oldu. Şehrin şurasında burasında patlayan silâh sesleri hâdiseyi haber vermeye kâfi gelmişti. Bu, gerçekten yıldırım gibi bir müdahale idi. Bir buçuk saat içinde, bütün kilit noktalar işgal edilerek hareket plâna uygun bir şekilde tamamlanmıştı. Önce hükümet üyeleri, sonra da Refik Koraltan dâhil bütün milletvekilleri yataklarından kaldırılarak tevkif ve derhal bir temerküz kampı haline getirilen Harp Okulu’na sevk edildiler. Bu sırada, Ankara Radyosu, iktidarın silahlı kuvvetler tarafından ele geçirildiğini ilân ediyordu. İstanbul’da da her şey aynı zaman ve sürat içinde olup bitti.
Bununla beraber, şimdi geriye en önemli hedefin ele geçirilmesi kalıyordu: Çankaya’daki Cumhurbaşkanlığı Köşkü… 
Basında çıkan haberlere göre, burada hâdise şu şekilde cereyan etmişti: 
Silâh seslerinin gürültüsü ile yatağından sıçrayarak uyanan Celâl Bayar kalkmış, sanki bir ziyaret bekliyormuş gibi hemen giyinmişti. Telefon hatlarının kesildiğini anlayınca kabul salonunda sinirli bir halde durmadan bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu.
Birdenbire pencereden Köşkü çevirmiş bulunan topların namlularını gördü. O zaman cereyan etmekte olan hâdiselerin vahametini anlayarak aile efradının ve Köşk personelinden bir¬kaç kişinin etrafını çevrelediği bir koltuğa oturdu ve beklemeye başladı. Birdenbire kapı şiddetle açıldı ve Veteriner General Burhaneddin Uluç ile Komite üyesi Ahmet Yıldız’ın idare ettiği genç subaylar içeri girdi. Önde, elinde otomatik silâh olduğu halde, General Burhaneddin Uluç ile subaylar, Celâl Bayar’a doğru ilerlemeye başladı. General, Bayar’ın önünde durdu ve:
— Çabuk istifa edip peşimden gel, yoksa ateş ederim, dedi.
Cumhurbaşkanı gayet metanet ve soğukkanlılıkla cevap verdi.
— Ben buraya millet iradesi ile geldim ve yalnız gene o irade ile burayı terk ederim.
Bu sırada subaylar arasında Muhafız Alayı Kumandanı Osman Köksal’ı gördü ve ona:
— Albayım, sizin vazifeniz bizi muhafaza etmek değil mi? Dedi.
— Ne yapmamı istiyorsunuz, ateş mi açayım?
—Sadece vazifenizi yapmanızı hatırlatıyorum.
— ...........
Cumhurbaşkanının kollarından tuttular, âdeta sürüklercesine bahçeden çıkarıp askerî bir ambülânsa bindirdiler. Böylece Ankara faslı sona erdi.
Başvekile gelince: O, bu sıralarda Eskişehir’de bulunuyordu. Gece yarısına doğru Başvekil hiçbir şeyden kuşkulanmadan yatağına yattı. Sabah saat dörde doğru sekreteri kapısını çaldı ve Ankara’da olup bitenleri anlattı. Hemen bütün maiyet erkânı uyandırıldı. Başkent ile telefon muhaberatı kesilmişti. Derhal hazırlık yapıldı ve Konya’ya geçmek üzere Kütahya’ya hareket etti. Bu gidişten maksat ne idi? Bunun gerçek sebebi meçhul. Fakat oldukça doğru görünen bir faraziyeye göre, belki bu şehirde bulunan İkinci Ordu Karargâhına sığınmak ve himayesini temin etmek ümidi ile hareket ediyordu. Çünkü Konya’da İkinci Ordu'nun Menderes Hükümetine karşı sempatisi temin edildiği zannediliyordu. Her ne ise, Menderes ve maiyetindekiler son süratle yol alıyorlardı.
Kütahya’ya yakın bir yerde askerî uçaklar çok alçak mesafeden, üstlerinden uçmağa ve peşlerini takip etmeğe başladılar. Şehre girince Menderes sanki teslim olmak istiyormuş gibi şoföre, doğrudan doğruya Vilâyet Konağına gitmesini emretti.
Üzüntüden ne yapacağını şaşırmış vaziyette bulunan Valinin odasına çıktılar. Vali, Menderes’in önünde yürüyordu. Odaya girince Vali, emirlerine amade olduğunu söyledi. Tam bu sırada telefon çaldı. Vali ahizeyi eline aldı. Telefonda konuşan Eskişehir Hava Üssü Kumandanı General Bedii Kireçtepe idi. O kadar sert bir sesle konuşuyordu ki, Menderes bile bu kısa ko¬nuşmayı takip edebildi.
—Vali Bey, bizimle misiniz, yoksa bize karşı mısınız?
Başvekilin huzurunda ne diyeceğini bilemeyen Vali, bir an tereddüt etti ve cevap verdi:
— Kumandanım bir an düşünmeme müsaade etmenizi istirham ediyorum.»
Ahizeyi masaya bıraktı. O anda Menderes:
— Aziz Vali, mesleğinizi bize feda etmeyiniz. Bundan sonra kendimizi mukadderatımıza bırakacağız, dedi.
Birkaç dakika sonra, bir grup subay odaya girdi ve başlarındaki Kumandan, Başvekile yaklaşarak:
— Sizi, maiyetinizdekilerle birlikte tevkif etmek ve Eskişehir'e götürmek emrini aldım.
Menderes:
— Buyurun, emrinize amadeyiz, dedi.
Bütün maiyetindekilerle birlikte, Harp Okulundaki mevkufların yanına konmak üzere tevkif edilip uçakla Ankara’ya götürüldü. 
 (Devam edecek)