Her gün yeniden tutuştuğum kavgam kendimledir benim.

Ne sensin buna sebep, ne o, ne de bir başkası. Onlar, bunlar, şunlar da değil.

Yıllar yılı başkalarına kızdığımı sandım. Kızdığım kişi benmişim meğer.

Kendimle olan kavgamda araya girenler, bizi ayırmaya çalışanlar oldu.

Dışarıdan bakınca benim onlara bağırdığımı sandılar, ben kendime bağırırken onlar önümü kapatıyordu sadece.

Olay benden ibaretti oysa;çok yanıldılar.

Şimdilerde çok başkalaştım. Başkalarına karşı bağışıklık kazandım.

Etrafıma daha az kızıp daha çok şükrediyorum. Sevdiklerim hayattalar çünkü.

Yüzlerini unutmamak için fotoğraflarına baktıklarım da var.

Kitap okuyormuş gibi yapıp, insanların sayfalarını çeviriyorum.

Bazılarının kapakları ilgimi çekmediği için arka kapak yazısını bile okumaya tenezzül etmiyorum.

Pirincin taşını ayıklar gibi hayatımdaki insanları ayıkladım.

Mutluluk denen his benden uzaklaşmadan ben ondan uzaklaşınca büyük resmi gördüm.

Olduğu yerde kaldı, hiçbir yere kıpırdamadı. Çok değil, bir adım uzaklaşmam onu daha net görebilmeme yetti bile.

Akıntıya karşı da kürek çekmeden, akıntıya kapıldım gidiyorum.

Gözünü yeni açmış bebekler gibi merakla bakıyorum etrafa.

Yağmurun yağması, gök gürlemesi, şimşek çakması.

Bunların hepsi bende hayranlık hissi uyandırır oldu.

Yaptığım iyilikleri ki; yapabilmiş isem, karşılık bekleyerek yapmıyorum.

Karşılığını almak benim için sürpriz oluyor.

Bir de sessizliği seviyorum son zamanda, kısık sesli de olsa hayatımın arka fonunda bir tını olmalı.

Yazıyorum, aklıma ne gelirse kaleme alıyorum.

Yazmak hem kendimi bulduğum hem de kendimi kaybettiğim bir eylem.

Kalem,vücudumun bir parçası oldu artık.

Onu elimden alırsanız hayati fonksiyonlarımı kaybederim.

Her ne olup bitmiş ya da bitmemişse, hepsini ve herkesi bağışlıyorum.

Bağışlama duygusu suyun dibini gösterirken bana,ben kendimle kavgama devam ediyorum...