Reims kentinden ayrıldıktan sonra birkaç saat süren sakin bir yolculuğun ardından akşam hava kararmasına yakın Paris’e ulaştık. Yol boyunca daha öncesinde olduğu gibi, bir karış boş arazi görmedik.  Yol üstünde yer alan az sayıda küçük yerleşim alanları dışında kalan her yer, ya orman ya da tarım arazisi idi. Paris sınırları içine girdiğimizde caddelerdeki araçlar dikkatimi çekti.  Yollarda neredeyse hiç lüks araç yoktu.  Ağırlıklı olarak Peugeot, Citroen veya  Renault  marka orta sınıf araçlar göze çarpıyordu. Paris’in banliyölerinden birinde yer alan otelimize gitmeden önce kısa bir şehir turu yaptık.

                Concorde Meydanından geçtik. Meydan geçmişte idam mahkumlarının infazlarının gerçekleştiği bir yermiş. O dönemin pek çok ünlü mahkumu bu meydanda can vermiş.  Bu meydanda Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın heykelini görmek beni çok şaşırttı. Bu şahıs Osmanlı sultanı II. Mahmut döneminde Mısır ve Sudan’da Osmanlı’ya karşı büyük bir isyan başlatmış. Öyle ki neredeyse Konya’ya kadar gelmiş.  II. Mahmut bu büyük isyanı bastırmak için İngiltere ve Fransa’dan yardım istemiş. İngiltere ülkenin iç işine karışmak istemediğini belirtirken, Fransa Osmanlı’ya karşı bu isyancı paşayı desteklemiş. Herhalde bu heykeli de ‘’Düşmanımın düşmanı, dostumdur. ‘’ Mantığı ile buraya dikmişler.  ‘’Türk’e Türkten başka dost yok. ‘’ Yaklaşımı bazen paranoyakça gelse de, tarihteki ve günümüzdeki örneklerine bakıldığında, bazen böyle düşünmekten kendimi alamıyorum. Günümüzde Avrupa Birliği’nin Avrupa’nın şımarık çocuğu olarak adlandırdıkları Yunanistan’ın borçları ile ilgili gösterdikleri esneklik ve hoşgörüyü görüyoruz. Aynı durumda Türkiye olsaydı Avrupa Birliği alacaklarını tahsili için bu kadar süre vermek şöyle dursun, iç çamaşırımıza kadar almaya çalışırlardı diye düşünüyorum.

                Zafer Meydanını ve I.Napolyon’un parası yetmediği için bitiremediği Zafer Takını gördük.

                Sonrasında dünyaca ünlü mağazaların ve kafelerin yer aldığı Champs Elysees Caddesi  (Şanzelize Bulvarından ) geçtik. Lauvre Müzesini ve Notre Dame Katedralini uzaktan gördük.

                Eyfel Kulesinin yanından geçip, yüksek bir tepe üzerine kurulmuş Parlamento  Binasının da bulunduğu Meydan’da otobüsten inip, Eyfel Kulesini ‘nin çevresini kuşbakışı izledik. Meydan çok kalabalıktı. Turistlerin arasında Uzakdoğulu’ların çokluğu  göze çarpıyordu. İlgimi çeken bir başka şey de şehirdeki siyahilerin çokluğuydu.  Meydanda Eyfel  Kulesinin biblolarını satan  işportacıların hepsi siyahiydi.  Hatta elindeki  beş santimlik Eyfel heykelini  beş euro’ya  satmaya çalışan satıcıya Türkçe ‘’Pahalı ‘’ kelimesini öğrettik.

                Belki sarışın olduğum için ya da arada İngilizce konuştuğumdan, Amerikalı olduğunu öğrendiğim bir çift fotoğraflarını çekmemi istedi.

                                 Şehri ikiye bölen  Seine Nehrinin üzerinde 37 tane köprü bulunmakta. Hiçbiri diğerine benzemeyen bu köprülerin bazıları araç trafiğine kapalı, sadece yaya trafiğine açık. Araç trafiğine açık köprülerden birinden geçerek kalacağımız otele gitmek üzere yola çıktık.