Yaşadığımız Coğrafya, birçok ülke için olduğu gibi Türkiye açısından da hayli zor bir yerdir. Bin yıllardan beri dünyanın şekillenmesinde büyük etken olan Osmanlı ve İslam tarihi, ne yazık ki şimdilerde artık dünyayı kontrol etmek isteyen güçlerin hedefinde. Zayıflayan Osmanlının en kötü dönemi olan sömürgeci güçlerin idaresinde olduğu dönemdir. Dünya da doğu batı çatışması arasında yer alan Türkiye, hızlı bir gelişme göstererek, artık tavrını ve çizgisini belirlemiştir. Dünyanın iki büyük süper gücü kabul edilen ABD ve Rusya, belki danışıklı dövüş siyaseti çerçevesinde, ali menfaatlerine uygun olan ülkelerde; çeşitli koruyucu ve sözde kollayıcı özelliklere sahip konvansiyonel silahlar ve üsler konuşlandırdılar. Osmanlının yıkılmasından sonra birçok istilacı sömürgeci ülkelerin hâkimiyetiyle etkinliğini kaybeden Türkiye Cumhuriyeti, 21. Yüzyılın başlarından itibaren büyük bir değişme, gelişme ve ilerleme kaydederek, gerek bulunduğu coğrafyada komşularıyla, gerek İslam coğrafyasıyla ve gerekse bütün dünyada sözüne güvenilir, hatırı sayılır etkinliği olan bir ülke konumuna geldi.

Türkiye devletinin dünyayla ve komşularıyla olan sıfır problemli siyaseti, tutarlı ve kalıcı politikalarıyla, tüm problemlere ılımlı, sakin yaklaşımlar sergileyerek, özellikle İslam dünyasının ilgi odağı haline geldi. Gerek yönetim ve gerekse kurtarıcı gözüyle görüldüğünden, İslam dünyasına hatırı sayılır bir rol model olarak algılanmıştır ve benimsenmiştir. Böyle haklı bir rol model üstlenmesiyle, Türkiye’ye çok büyük sorumluluklar ve görevler yüklenmiştir.

Türkiye’ye biçilen rol modellik görevi, ABD, Rusya, AB ve diğer dünya ülkelerinin tepkisine sebep olmuştur. Her zaman yayılmacı politikalarla, uzak-yakın demeden, toplum mühendislerinin geleceğe yönelik hesaplamalarıyla, sözde demokrasi, özgürlük, barış ve huzur getirmek adına, gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerin, gerek yönetimlerine ve gerekse ekonomilerine müdahale etmeye başladılar. Bu sebeple birçok ülkenin yer altı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmiş ve yönetimlerine kendilerine daha yakın ve söylediklerinin dışına çıkmayacak liderler getirirmişlerdir. Bununla da yetinmeyen bu ülkeler çeşitli isimler altında, ülkeleri içten içe yıkacak, ülke yönetimlerine muhalif olacak, gayrimeşru bir takım legal-illegal franksiyonlarla, iç savaşı aratmayacak gerilimler, etnik-mezhepsel belirlenen strateji ve konjonktürler çerçevesinde sürekli dengeler ve denklemler yaratmışlardır. Dünyanın dört kıtasındaki ülkelerin içişlerine müdahale etmeleriyle, ülkenin bütün varlıklarına sahip olmuşlardır. Orantısız güç kullanım neticesinde, absürt uygulamalarla yönetimleri kendilerine bağlamışlardır. Âdeta dünyayı parselleyen bu güç odakları birbiriyle anlaşarak, ülkelerin bütün kaynaklarını sömürerek, insanları kendi memleketlerinde, kendisine ait işlerde bir işçi-köle gibi çalışmaya zorlanmışlardır. 

Kimi zaman bu küresel güç odakları,  toplum siyaset ve savaş mühendisleriyle bazı milletlerin hassasiyetlerini ve özelliklerini iyi hesap edemediklerinden olsa gerek, işgal ettikleri birçok ülkede, bataklığa düşmüşler, zar zor kendilerini kurtarmışlardır. ABD’nin Afrika, Ortadoğu, Avrupa’daki birçok ülkede; Rusya’nın Uzak Doğu ve Balkanlar da sömürgesi olan birçok ülkede yine bataklığa saplanmışlar, kendilerini zor kurtarmışlardır. Ekonomik ve askeri yönden donanımlı, zengin ve kuvvetli bu küresel güçler, son zamanlarda, demokrasi, özgürlük, barış ve huzur getirmek, insanları diktatörlerin zülüm ve işkencesinden kurtarmak vaadiyle, bir Arap baharı safsatasını başlattılar. Bu kapsamda,  kendi adamı olan Saddam devirmek için Irak’a müdahale ettiler, körfez savaşını çıkardılar, Afganistan’a, Çeçenistan’a,  Kaddafi devirmek için Libya’yı istikrarsızlaştırdılar, Mezhepler üzerinden Yemen’e müdahale ettiler, Artık nasıl bir baharsa, Türkiye de gezi olaylarıyla karıştırmak istediler; ama beceremediler ve Mısır’ı yöneldiler ve karıştırdılar. Ortadoğu’nun yaramaz, gaddar, zalim İsrail eliyle, Filistin’e yıllardır ölüm ve işkence reva gördüler. İşgal ettikleri ve sömürge haline getirdikleri birçok ülkede idamlar yaptılar, halkına zulümler, işkenceler reva gördüler. Dünyanın birçok yerinde şehirler yıktılar, yaktılar, birçok kadim medeniyeti ve mensuplarını yok ettiler, kendilerine muhtaç hale getirdiler. Yaktıkları ateşin küllerinden lehlerine çalışan bir takım örgütler kurarak, hiçbir alakaları yokmuş gibi birbirlerine düşürdükleri, günü geldiğinde yeterince palazlandıklarını ve artık arzu, istek ve taleplerinin yerine getirmeyeceklerini ve dinlemeyeceklerine kanaat getirdiği zamanda; bir şekilde ifşa ederek, yönetimlere yardım ederek, kurdukları gibi de bitirdiler, yok ettiler. Yerine yine yeni bir örgüt kurmaya önayak oldular, tabi gizliden ve illegal olarak. Bu şekilde legal veya illegal olarak, iktidar, güç, otorite, egemenlik, hâkimiyet, emperyalizm, yayılmacılık, enerji yataklarını ve rezervlerini sömürme, etki alanlarını genişletme, pazarını büyütme gibi sebeplerle, dünyayı ve yaşayanlarını çileden ve çığırından çıkarttılar.

Aslında Ortadoğu’da dünyanın baş belası ve fitnenin belki de elebaşı İran’dır. İran’ın İsrail ile yaptığı çeşitli anlaşmalardan bahsediliyor. Bu vesileyle İsrail Filistin’e uygulayacağı soykırımdan rahatsız olmayacaktır, dolayısıyla İsrail de İran’ın Ortadoğu’da ki genişleme politikasından rahatsız olmayacaktır. Bundan haberdar olan ABD ve Rusya, muhtemel senaryolar hazırlayarak olanlara sadece seyirci kalacaktır. Böylelikle İslam dünyasının her türlü etkinliğinin önüne geçilmiş olacaktır. Tüm dünyaya İslam dünyasının lideri olarak İran kabul ettirilecek ve böylece çok farklı bir İslam dini ve anlayışı lanse edilecektir. Bütün dünyanın en büyük amacı, İslam coğrafyasında, İslam’ı yıpratmaya ve yok etmeye yöneliktir. Dikkat ederseniz, dünyanın her köşesinde, sömürülen, ezilen, işkence edilen, öldürülen ve yok edilen hep Müslümanlardır. Ateş, hep İslam dünyasını yok etmektedir.

2000 yıllarından sonra Türkiye’nin bölgede kuvvetlenmesi, askeri ve ekonomik olarak İslam dünyasına liderlik vasfını kazanması; ABD, Rusya, AB ve diğer dünya devletlerini huzursuz ve rahatsız etmeye başladı. Yükselen Türkiye’nin önüne kesmek gerekiyordu. İslam dünyasını bir araya geldiği takdirde dünyaya kafa tutacak, emperyalist küresel güçlerin hâkimiyetleri azalacaktı. Bu sebeple komşularımızla olan bağımızı koparmak için birbirine karşı kışkırtarak, etnik ve mezhepsel çatışmalar başlattılar. Sıfır problemli olan Irak, İran, Suriye gibi ülkelerdeki tarihten gelen kardeşliğimizi bozmaya, telafisi yıllar alacak sorunlar yumağıyla baş başa bıraktılar.

İşin aslı ve özü, Türkiye genelde dünyada, özelde ise orta Doğuda yalnızdır ve bütün emperyalist güçlerin göz diktiği, bölünüp parçalanması için üzerinde çeşitli ameliyatlar yapılan kritik bir ülkedir. Hastalanmamaya dikkat etmemiz gerekir. Lehlerine ilaç veren çok olur.

 

Kerim BAYDAK

[email protected]