Okumak, kadın ve erkek her Müslüman’a farzdır.” Hz. Muhammed

İslam eğitim tarihine girişi hazırlayan temel felsefe, tercüme faaliyetleri ile başlamakla beraber, zemini hazırlayan asli unsur Kur’an’dır. Okumanın ve öğrenmenin ne kadar önemli olduğu açık kantı olarak, Peygamber efendimize gelen ilk ayet: “oku” diye bir emirle başlamaktadır. Yalnızca kitap okumak olarak değil de evreni anlama ve insanın varoluşunu sorgulamasından tutun da düşünmeye kadar birçok konuyu ihtiva eder. Buradaki mahiyet bilenle bilmeyenin bir olmadığını, bilgi ve bilimin önemine dikkat çekmektir. Peygamberimiz “İlim Çin’de olsa da gidin alınız!” sözü ilim, okuma ve anlamının kapsamının sınır tanımadığını göstergesidir. İnsanoğlunun bilgiyi elde etmenin yollarından biri de akıldır. Bu konuda birçok sözler sarf edilmiştir: “bütün bunlardan sonra akıl etmezler mi?”, “düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor” vs. Allah, düşünmeyi, mukayese etmeyi, sentezlemeyi ve sonuç çıkarmak tavsiye etmektedir.

İslam tarihi erken devirlerinde felsefe ile tanışmış, Farabi, İbni Sina ve daha pek çok filozof ve bilim adamı yetişmiş, İslam medeniyeti temelleri kuvvetlendirip gelişmesine hız kazandırmıştır. Türklerin İslamiyet’i kabul etmelerinden sonra medreseleri kurup burada felsefeye yer verip, Batini düşünceye karşı mücadele verebilmektir. Selçuklu devleti hükümdarı Sultan Alparslan’ın kuruluşuyla görevlendirdiği veziri Nizamülmülk 1064 yılında kendi adıyla nizamiye medreseni kurup, başına da ünlü düşünür Gazali’yi getirmiştir. Medrese, bugünkü adıyla üniversite demektir ve çeşitli bölümlerden müteşekkildir. Devamında Selçuklulara bağlı beylikler, Anadolu’da kurulun medreseler devam ettirilerek, genişleterek bilim ve ilimin yuvası haline gelmiştir. Bu gelenek Osmanlılar zamanında devam etmiş, Fatih Sultan Mehmet Han, İstanbul’u fethetmesiyle beraber burayı bir ilim merkezi haline getirmek için Sahn-ı Seman adı altında medrese kurmuştur.  Aynı şekilde Kanuni Sultan Süleyman da Süleyman medresesi kurarak ilime önem vermiştir.

Giderek büyüyen Osmanlı toprakları, Hristiyanlığı resmi din olarak kabul eden Doğu ve Batı Roma İmparatorluğunun topraklarının alınmasıyla iyice gelişmiştir. Kilisenin baskısından kaçan bilim adamları, İslam tebaasının altına girerek özgürlüğün ve bilimsel çalışmanın ortamını yakalayarak, İslami bilimlerden faydalanmış, tahsil etmişlerdir.  Rönesans’tan sonra Avrupa’yı takip etmeyi bırakıp yalnızca belli bilgilerin odağından devam ederek, diğer bilimlerin ecnebi bilimler olduğunu, İslam dini ile bağdaşmadığını iddia ederek sırtını dönmüştür. Bilimin zirvesini yaşan Osmanlılar, zamanla felsefeden ve eleştirel düşünceden uzaklaşarak yalızca dini bilgilere yer vererek, o zamana kadar Avrupa’da meydana gelen her tülü düşünceyi takip eden, ama 17 yy. dan sonra giderek zayıflamaya, bilim ve teknolojinin gerisine düşmüştür. II. Mahmut döneminde Avrupa ile aramızdaki farkı kapatmak için birçok atılımlar atılmış, ama izlenen yöntem değişikliğine gidilmediği için beklenen sonuca varılmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti ile beraber eğitime büyük önem vermiş, modern üniversitelere kurup, birçok alanda bilime yer verilmiştir. Düşüncenin yanında, eleştirinin, mukayesenin olduğu ve aynı zamanda dini bilimler, sosyal bilimler ve fen bilimler olmak üzere birbirini besleyerek büyüyerek devam etmiştir. Olaya dar bir perspektifle bakmayarak dünyada meydana gelen her buluşu takip etmeye çalışarak, çağın geleneğine ayak uydurulmaya çalışılmış, gayret edilmiştir.

Vesselam…!!!