• Malumunuz Olduğu Üzere, Dünyanın Merkezi, Felsefenin, İlmin, Fennin ve Dahi Yaşamın Başlangıç Noktası Sıratut`tur...

      Sıratut İçin İnsanlar, Binlerce Yıl ve Müteaddid Kere Savaşmıştır...

      Son Olarak Türkiye Cumhuriyetine Manevi Başkent Olmuş ve İnsanlığa Işık Tutan Erdemli Bilgeler Yetiştirmeye Devam Etmiştir...

      Bu Gün de Sıratut`a Uğrayıp, Şöyle Bir Salındığınızda, Nice Namlı Feylesoflara, Allamelere, Edebiyatçılara, Tarih ve Pozitif Bilim Önderlerine Rastlamanız Mümkündür...

      Zira Sıratutlu Olmanın, Suyundan İçip, Ekmeğinden Yemenin Tabii Sonucu Budur...

      Dunyanın Bildiği ve Kabul Ettiği Bu Gerçeği Vurgulayıp, Unutanlara Hatırlattıktan Sonra...

      Gelelim Meselemize...

      Dün Sıratut Camiinde, Cuma Çıkışı, Socrat Emmimle Rastlaştık...

      Socrat Emmi... Allah Kabul Etsin, Nasılsın İyi misin Diye Sormama Fırsat Vermeden...

      Gel Sana Çay Ismarlayayım İşimiz Var Dedi ve Binlerce Yıllık Yaşına Bakmadan Kolumdan Kavradığı Gibi Çay Ocağında Kürsüye Oturttu...

      Ve Başladı Konuşmaya...

      - Sizin Evin Arkasındaki Hocayı Tanıyorsun Değil mi..?

      * Nasreddin Hoca`yı mı..? Tanımaz Olur muyum Socrat Emmi, Sizin Gencliğinizde Muhtardı ya hu... Biz oynarken top ısrarla ve hep onun camını kırardı, keserdi topumuzu, tıkırlarımıza yama yapardık...

      - Evet iste, Nasreddin Hoca... Tutturdu bir istida yaz.. Yahu Hoca..! Bir Sürü İnsana İlham Verecek Devlet Yönetimine Dair Kitap Yazıyorum, Bak Platon da benden esinlenecek ilerde bana medhiyeler dizecek, istida ne Allah Aşkına dedim ama keçi gibi inatçı bırakmıyor peşimi... Şu iptida mı istida mi neyse sen yazıver kurtar beni...

      * Olur da, mesele ne ki..? - Cuma çıkışı gelecekti, bak geliyor, Kendisinden dinle, ben dinlemekten ve sürekli dillendirip, her defasında havamı almaktan yoruldum... Var sen uğraş, Haydi Allah`a Emanet...

      Hoca, yaşında eşek kalmamış gariban emektarın sırtında tıngır mıngır geldi, eşekten indi ve kavuğunu düzeltip yanima oturdu...

      - Kaçtı değil mi? Socrat Keçisi..! Bir dilekçe yazmadı gitti, neymis efendim kitap yazıyormuş ta, felsefe yapıyormus ta, falan filan... Sıratut`un yüz karası...

      *Hocam Hayrolsun, mesele nedir, ben yazayim...

      - Geçen gün camiden çıktım eve vardım. Hanım Huuu diye seslendim, Hoca duuur diye cevap aldım.

      Evde dolar günü varmış, girme dedi, kahveye git, gezmeye git, iki üç saat kaybol dedi...

      Ben de emektar dostum eşeğin ipini çözdüm, üstüne bindim ve başladim caddede ilerlemeye...

      Bak aynı şimdiki gibi, sağlı sollu her iki tarafa da araba park etmişler, bir eşeklik yol kalmış, gelen geçen de korna çalıp yol istiyor, bir sürü de acaip el hareketleri...

      Unutmadan, şu kırmızı araba Socratın değil mi..? *Evet, Socrat Emmimin.. -Hay emmine... Arabasını boydan boya çizeyim de görsün ben gelince kaçıp gitmeyi..!!

      Neyse, Öğretmen Evinin oraya kadar tıngır mıngır çıktık ama emektarın da dili bir karış dışarı fırladı...

      Yahu Hoca insaf, kaç yüz yaşındayım hala beni yokuşa vuruyorsun demez mi..!

      *Eşek mi dedi, nasıl dedi, eşek konuşur mu Hocam, etme...

      - Hepimizi Sıratut`a topluyorsun, beni bu çağda halen eşeğe bindiriyor, Socrata araba yaziyorsun, arabayı da bana çizdirtiyorsun, normal... Eşek konuşunca mı anormal.!?

      Kesme Sözümü de dinle..!

      İndim emektarın sırtından, ben önde, eşek arkada geldik Cumhuriye İlkokulunun Bitimineee..

      Sağa mı gitsek, sola mı gitsek yoksa karşıya mı geçsek diye bakınırken, bir de ne göreyim...

      Genç bir anne, bir eliyle bebeğini kavramış, diğeriyle de bebek arabasını ve bebek çantasını, kan ter içinde... Heybetli mi Heybetli, Muhteşem mi Muhteşem bir anıt gibi, yok ne anıtı, bir kale gibi muhkem, demir üstgeçitten karşıya geçmek için basamakları tırmanıyor...

      Bebek ha düştü ha düşecek, kadın ha yığıldı ha yığılacak...

      Hemen fırladım da, slow motion benim fırlamam... Beş on basamak çıktım, dedim Allahım Sana Geliyorum... O ne dik ve ne çok basamak... Neyse tam yetiştim kızcağıza, aldım bebek arabasını ki, bardaktan boşanırcasına yağmur başladı... Ben de kadın da bebek te sırılsıklam...

      Çıkması bir dert, kışı bir dert, yazı ayrı dert, hele inmesi daha da bir dert... Yağmurda eriyen beton mu ne kullanmışlarsa, asfalttan beter, fidanlık gibi ve göl mübarek, oltanı getir balığa niyet et...

      Bata çıka, sırılsıklam indik, teşekkür edip gitti kadın...

      Eee şimdi bir daha çık, gölde yüz, kaymadan, düşmeden de in...

      Halil Sezai geldi aklima, bizim üst kattaki mecnun... Tavana değneği vurmadan susmayan çocuk... İsyaaaaannn...

      Benim emektar Allahtan kendini atmış merdivenin altına... Bütün kaldırımı kaplayacak kadar müthiş bir hesaplama ile üstgeçit yapılması iyi olmuş yani...

      Yağmurun dinmesini beklerken, bu defa da gözüm Müzeye ilişti...

      Bahçesine Heykel Ekmişler...

      Ben de göle maya çalmıştım ama bunu pek anlamadım...

      Emektar dedi ki, heykeller büyüyüp ağaç olursa, dallarından da minik heykelcikler çıkarsa turizmdeki geliri düşün... Müthiş iş...

      Tabi eşek işte, ne anlar Müzeden, Sanattan, Tarihten... Saçma Sapan bir lakırdı...

      Yağmur dinince çektim emektarı ipinden girdim Müzenin bahçesine...

       
       
    •  

      Baktım ki heykelleri ekmemisler...

       

      Gayet güzel sıralamışlar ama heykellerin etrafindaki otlara da öyle özenli davranmışlar, öyle ihtimam göstermişler ki...

      Heykellerin, taşların etraflarinda botanik bahçesi gibi, çeşitli ve olağanüstü haller almışlar...

      Müzedeki, Hem tarihe, hem doğaya hassas bu davranış için takdirlerimi...

      O müthiş mühendislik harikası üst geçidin, doğayla, havayla iletişimde kalabilmemiz için yapılmış olduğunu kalbimin fesatlığından mütevellit anlayamamış olmaktan ötürü üzüntü ve özürlerimi bildirmek istedim...

      Keçi Sokrat Yazmadı... Sen Yaz Bari...

      *Yazdım...

      Sahi, En son NE ZAMAN MÜZEYE GİTTİNİZ..!?

      14.03.2015 Abdurrahman Akçal [email protected]