Son zamanlarda rahatsız olduğumuz durumları ifade etmek için “Biz ne ara bu hale geldik?”, “Nereye gidiyor bu gençlik?” ya da “Bu gençlik ne ara bu hale geldi?” gibi serzenişleri sıkça dile getirir olduk.

Etrafımızda şahit olduğumuz hoş olmayan olaylardan tutun da duymak istemediklerimize varana dek, yaşanan her olumsuzluk karşısında “anlam veremez” bir halde şaşkınlıkla bu sorulara cevap ararız.

Ve cevapları da genellikle başkalarında, başka yerlerde ararız.

Asla üzerimize de almaz, alınmayız.

En çok, en kolay ve en çözümcü (!) yaptığımız şey budur.

Oysa herkesin, hepimizin üzerimize düşen, yapabileceğimiz, yapmamız gereken şeyler mutlaka vardır.

Yöneticilere, idarecilere düşen şeyler elbette çok şeyler vardır. Belki en büyük pay onlarındır.

Ancak içinde yaşadığımız toplumda bizlerin de sorumluluğu vardır. Bu inisiyatif veya gönüllü olan bir şey değil, mecburiyettir. Birlikte yaşamanın, toplum olmanın gereğidir.

Şahit olduğumuz olumsuzluk, kötülük ya da pisliklere müdahale etmekten tutun da gerekli yerlere iletmeye kadar çok şey sayabiliriz.

Buna ister toplumsal baskı veya sosyal yaptırım deyin ister toplumsal kontrol deyin.

Alenen işlenebilecek bir suçun, bir kötülüğün tepki göreceğini, kınanıp dışlanacağını hatta cezalandırılacağını bilenler, aşikâr bir kötülükten kaçınırlar.

Özellikle gençler ahlaki değerlere aykırı davranışlarda bulunacakları zaman bu korku ya da tepkiyi bildikleri taktirde davranışlarına mutlaka çeki düzen vereceklerdir.

Bunun için de “utanma” ve “saygı” duygusunun canlı olması lazım. Hem fert hem de toplum sorumluluğunun olması lazım.

Ve de “Allah korkusu” ile “vicdani hassasiyet” lazım.

Korku ya da tepkiden çekindiklerinden değil de “saygı” ve “edep” gereği gayri ahlaki şeyleri yapmaktan kaçınan insanların sayısını çoğaltmanın derdini çekmeliyiz.

Tüm bunların temelinde, esasında ve aslında “Aile” vardır. Bu yüzdendir tüm saldırılar, tüm yıpratma, yozlaştırma çalışmaları bu kuruma yönelmiştir.

Aslında bu anlamda birbirinden bağımsız şey yoktur. Birbirini tetikleyen ya da besleyen, devamı olan şeyler vardır.

Son yıllarda artan intihar konusundan tutun da ahlaki çözülme/bozulmaya kadar bu şekildedir.

Sokak ve mahalle kültürünü, Cami cemaatini, toplum ve aile büyüklerinin etkisini, toplum öncü ve önderlerini, aramızdaki sevgi ve saygıyı kaybetmeye başladıktan sonra ortaya çıkan bu sorunlar karşısında her ferdin, her kurumun elini taşın altına koyması, bunu yaparken de birlikte, beraber yapması gerekir.

Yazılı yasallardan, kolluk kuvvetlerinden evvel toplumun düzen ve huzurunu sağlayan sözlü/ahlaki yasaların işler hale getirilmesi ve herkesçe benimsenip korunması bu bağlamda hayati önemdedir.

Her “neme lazım” denen olumsuz olay bir şekilde bir başka kötülüğü besleyip tetikleyecek ve bir şekilde karşımıza çıkacaktır.

Sözü bilindik ve deminden beri anlatmaya çalıştığım şeyleri özetleyen bir hikâye ile sonlandırayım.

Hikâyemiz Herkes, Birisi, Herhangi Biri ve Hiç Kimse arasında geçmektedir. Yapılması gereken önemli bir iş vardı ve Herkes, Birisi’nin bu işi yapacağından emindi.

Gerçi işi Herhangi Biri de yapabilirdi, ama Hiç Kimse yapmadı.

Birisi buna çok kızdı, çünkü iş Herkes’in işiydi.

Herkes, Herhangi Biri’nin bu işi yapabileceğini düşünüyordu. Ama Hiç Kimse, Herkes’in yapmadığının farkında değildi.

Sonunda; Herhangi Biri’nin yapabileceği bir işi, Hiç Kimse yapmadığı için, Herkes, Birisi’ni suçladı…

Hikâye de böylece sona erdi.

Bizim memleketin hikâyesi de biraz böyle bir şey olmalı.