Bilmem kaç ucu olan ve herbiri ayrı bir kirlilik hatta karanlık ihtiva eden küresel fitnenin, dehşet ve vahşet gerçeklerinden bahsedeceğim.
Hani şair ne güzel söylemiş:

``Bir alem ki gökler boru içinde,
Akıl olmazların zoru içinde``

Bügün topyekun bir insanlık, küresel fitne aklının olmazlar zorunda can çekişiyor!

Burada bütün bir Dünya`nın başındaki belaları değil, sadece içinde olmaklığımızdan bize akseden gizemli kanserleri tahlil ve teşhis etmekle beraber, kullanılması lazım gelen ilaçlara da sırasıyla temas edeceğim.

EVET BAŞLAYALIM.

Dünya artık hızlı dönmeye başladı! Ancak hızının en çok farkına varıldığı iki ülke var. Irak ve Türkiye. Buralarda oturmayanların bu hızı farketmeleri imkansız. Bu oturma işi, mesken tutma manasında olmayıp, merak ve idrak etme manasındadır! Bu istidada vakıf olmaya, sadece merak veya idrak yetmediği gibi, çilesi çekilmeyen anlama telaşı da kafi değildir.

Demokrasi ve özgürlük tombullarının kitaplarında, Dünya insanlık adına hepimizin hayat sürebileceği gezegendir. Peki öyle mi?

Hayır, dünya, onu bazı durduran bazı döndürenlerindir...

Nasıl yani?

Hakiki manada yaratıcının mülkü olan alem, yaratıklarına paylaşımlı ihsan iken, bugünün kudurmuşları elinde, kimlik ve renklerine göre parsellenmiş ve taşlarına, ``demokrasi ruhuna`` yazılmış, ölü taklidi yapmaktan başka çaresi olmayan yarı baygın insanlığın kocaman mezarlığından ibarettir.

Bu mezarlıkta, ölü taklidi yapmayan ve baygın olmayan bazı kitleler de mevcuttur ki, bunlardan biri de Türkiye`dir. Ancak ne hazindir ki mezalığın içindedir!

Dünya`nın genel manzarası böyle iken, canlı kalma savaşındaki Türkiye`de neler oluyor?

Neler olmuyor deseydim daha uygundu ama, oluyor ifadesi daha cicili olduğundan, feraset süsleme sanatına katkısı olur diyerek tercihi bu kelimeye kullandım!

Bazı durduran bazı döndüren diye tabir ettiğim Dünya sahibinin belirgin özelliklerini öncelikle bilmemiz şart.

Nedir bu özellikler?

Yukarıda başlıklar içinde kendine kılıflar peydahlayan bu ölümcül nesneler, ( Madde değil..Madde şekillenmedikçe nesne sıfatından mahrumdur... Doğal yapısı da tahrip edilmiştir) layıkıyla tahlil ve teşhis edilemediğinden, baygın haldeki hastaya verilen ilaçlar, yatağa şükretme şuurunun ötesinde bir şifa belirtisi dahi gösteremez.

Bu nesneler, elle tutulur gözle görülür hatta çok boyutlu algı mekanizmaları ile hissedilebilir oldukları halde, bu işe memur kudret ve kuvvet sahiplerinin zaafiyeti sonucu, kendilerini, amaçları zaviyesinden, karadeliklerde gizler durumdadırlar!

Mucidinin, anlamak bakımından kasıtlı olarak alem dışında tutulduğu bu nesnel belalar, aynı mücidin zaman zaman yaptığı güncellemeler ile, etki ve kudretini canlı olarak tutmasıyla, antikor çalışmalarından da zerre kadar sonuç alınamamaktadır.

Böylece meskur mezarlıktaki yarı baygın ölü taklidindeki insanlık, elinde demokrasi ve özgürlük kitabı taşıyan Sodom Ve Gomore`nin maksadını, sapıklarına ödediği ölüm bedeli ile anlamasına rağmen, bir hakiki insanlık nizamı oluşturup,( Mirleşmiş Milletler) o nizam içindeki varisine ve murisine takdir edilen ecel haysiyetini yaşayamadan, bilmem yüzde kaç faizle satın aldığı nefesinin borç batağında, bugünü kurtarmanın teleşı ve endişesi içinde hatta can havliyle, ayı`ya öldüm görünmenin periyodik maddelerini yegane kurtuluş çaresi sayarak, gününü yerlerde nefessiz geçirmektedir.

Et ve kan kokusu ile hayat bulan bir yırtıcı nesnede hangi özellikleri algılıyorsanız, işte bu özelliklerin topyekunu, elinde kah çevirdiği kah durdurduğu temsili (hayali) dünya sahibinin özelliklerinin ta kendisidir.

Dünya`nın başına bilmem kaçbin püsküllü bu beladan kurtulmanın, insanlık adına iki formülü vardır.

1- Medeniyetleri birbiri ile bağdaşan devletlerin kuracağı bir korunma kalkanı oluşturmak.

2- ``Ya İstiklal Ya Ölüm`` gayesinin çevresinde toplanan kararlı milletlerin oluşturduğu tam bağımsız devletler kurmak.

Bunların hiç biri gerçekleşmeyecektir!

İkinci maddeyi uygulayabilecek irade ve kararlılıkta olan milletler, dünyada çok az sayıdadır. Bunun bütün stratejik temellerini atmadan ve bu işe tam ehliyetli deha bir lider bulunmadan icra edilmesi, o milletin yok olmasına da sebep olabilir. Her millet her zaman, başına deha insanlar bulamaz. Bulduğunu da kullanamaz.

Dünyada tam bağımsız üç devlet vardır.

ABD, RUSYA, ÇİN.

Geri kalan bütün devletler, bu üç devlet karşısında kendilerini koruyabilecek durumda değildirler. Herbirinin ellerinde bulundurduğu nükleer güç, akılla izah edilebilecek boyutun çok daha ötesindedir. Gelecekte, bu üç devletin dünyada en baskın hakimi, kısa süreliğine de olsa, Çin olacaktır. O günlerin hayali dahi insan hafsalasını dondurur vaziyettedir.

Ancak, Kainat Sahibi`nin sır defterindeki hakikatler değişmeyeceğinden, gökler kapılarını Ebabil`lere açtığı zaman, Bedir`in üstüne koşan bulutlar alçaldığı ve içindekileri yere bıraktığı zaman, hiçbir gücün düğmesi çalışmayacaktır.

Yaşadığımız şu asır içinde, ellerindeki hayal dışı gücü kullanarak, insanlığın ırzına geçme teşebbüsünü gerçekleştiremeyen devlerin engellenmesinde, metafizik sebeplerin, onlara görünen boyutları, büyük ölçüde rol oynar. Bu ne demektir derseniz, dünyanın, gözlerini sabit ve çakılı tuttuğu bir köşesinde, hayvanlar aleminin otorite makamı konumundaki gruptan bir kaplan Allah diye haykırırken, diğer bir memeleketin saray saçağına konan sıradan bir kuş, yine esrarengiz biçimde Allah Allah diyerek heybetini gösterir. Bu görüntüleri hepiniz görmüşsünüzdür! Bizde böyle vakıalar sıradan sayılsa da oralarda, flaş haberlerde yankı bulur ve bulmuştur da!

Bunun haricinde ise, parçalanması öngörülen, onlara göre av mahiyetindeki insanlığın paylaşılmasındaki anlaşmazlık, bu ejderha`ların ağızlarını şimdilik kapalı tutmaya çetin bir sebep teşkil etmektedir. Diğer bir ürkütücü unsur ise, karşılıklı kullanacakları akıl üstü gücün, onlara göre dünyanın sonunu getirme tehlikesidir. Ancak buna rağmen teşebbüs etmeleri halinde, takdir edilen güne kadar, takdir edilen kader yaşanacaktır!

Yukarıda arzettiğim meşhur zaman dilimi saatini çalıştırmazdan hemen evvel, Dünya`nın merkezindeki ( Ortadoğu ) hadiseler, baş döndürücü hızla gelişmesini sürdürecektir. Gemini azıya alan Kuzey Irak meselesinin bu konularla bağlantısını çözemeyen okurlarımız olabilir. Hatta ``şimdi sırası mı bu bilgilendirmenin?`` diyebilirler.

Butün bu oluşumların merkezinde, İsrail güdümlü Kıyamet`e hazırlanma hatta hızlandırma çabası vardır. Ortadoğu Projesi, birçok akedemisyene göre Armegeddon projesidir. Bu proje`de isimlendirilen düşmanın memeleketi Ortadoğu olarak tasvir edilmiş, muamma cephenin karşı tablosunda da müslüman resmi çizilmiştir.Yaşanan gelişmelerde de hakikaten böyle bir kıyamet savaşına gidişin alametleri mevcuttur. Popüler basında açıkça tartışılan ``Medeniyetler Çatışması`` varsayımları, fırtına öncesinin sinsi seslerine benzemektedir. İşte bu sebepten ötürü işin özet kısmını kısa da olsa hatırlatmakta fayda mülazaha ediyorum. Ortadoğu projesi alan belirleme ve mevzi alma işinden başka birşey değildir.

Bu uzun vadeli hesabın koltuk altında, zamanı geldikçe tadına vakit geçirmeksizin bakılması gereken, çeşit çeşit karpuzlar vardır ki, işte bu karpuzlardan birinin, keseni biz, yiyeni de babalar olsun!

Bu karpuz Barzani karpuzudur. Mevsimsiz olgunlaşma gösteren ve kendini havyarlı sofralara takdim etme hevesine soyunan Kuzeyli karpuz, inanın her yiyenin midesini bulandıracak, belkide gelişen hadiseler bağına bahçesine ifrit suyu dökecektir.

Uzun Vadeli diye tarif ettiğim Bermuda üçgenindeki açı`lar, değişen rakamların etkisinden zaman zaman kendisini dikdörtgen, kare, hatta yusyuvarlak çemberlere uşak kılacak, bu çetrefil matematik oyununda tek kaybeden, yamuklar olacaktır!

ABD Başkanı`nın ``Bu bir haçlı seferidir`` diye gürlemesinden açığa çıkan enerji, Ortadoğu`da insanlığın hizmetine kullanılırken, meydana gelen küspesi de, yine aynı insanlık hizmeti anlayışına binaen pkk tarlalarına serpilerek, günümüzün popüler karpuzu üretilmiştir!

Cüssesi, kokusu, rengi ve görüntüsüyle artık iyice göz dolduran, bir zamanların T.S.E damgalı ve kırmızı paso rutbeli, bahçemizin aşılı karpuzu hakkında, keselim mi? yiyelim mi? gidelim mi? gelelim mi? li, soru içinde soruların iştah kabarttığı fitne takviminde, akrebin yelkovanı dürtükleyerek ıslık çalışını, TSİAD Başkanı Sayın Yalçındağ`ın, ``konjektürel`` ifadesiyle de olsa belirtmesine dikkatinizi çekiyorum. Ben olsaydım, ``bu sinsi plan`` tabirini kullanmaktan çekinmezdim. Evet bir sinsi plan harıl harıl işlemektedir.

Burnumuzun dibinde ve aynı çatının altında, karanlık ellerin neler yaptığını basiret sahipleri anlarlar. Mumcu ve Ağar`ın birleşememesine, Mumcu mu Ağar mı sebeptir? İkisi de değil. Birileri özellikle milliyetçi grubu, kışkırtılmış vaziyette meclise sokmak istiyor.

Neden acaba?

Türkiye`nin Kuzey Irak`a operasyon konuştuğu sırada, Amerika birdenbire kaçarcasına Kuzeyden asker çekerken, ``gel gel`` işareti yapıyor. Aynı dönemde hatta aynı gün ve gecelerde, çoğalarak gelen şehitlerimizin katillerine de ``vur vur`` diyen birileri mi var? Elbette var! Olmasa, PKK`nın şu andaki stratejisi, kendisine de hizmet etmiyor.

Peki ne yapılmak isteniyor?

Gayet açık.

Türkiye yeni ve köklü bir seçeneğe zorlanıyor. Hem de sorumluluğunu da kendi sırtına sarması şartıyla. Aynen Kuveyt işgalinde Saddam`a kırpılan göz, bize karşı da aynı görevini icra etmek için, yeşilden gözlerini açıp kapatıyor! Bu yeşil bakan kızıl gözler, Saddam`a kurduğu idam sehpasını bize de kurmak istiyor! Ülkemize tuzak kuruluyor.

Oynanmak istenen sinsice oyundan beklenilen diğer bir sonuç ise, Türkiye`nin gerek Avrupa, gerekse küresel oluşumlar nezdinde safdışı bırakılması ve bünyesindeki kudret ve kuvvetin de, Dünya tarafından, meşru mu sorgulamasına doğru itilmiş olmasıdır. Ne hazindir ki son zamanlarda ülkemizde bu itilmelere fırsat verici gelişmeler de olmuştur.

Aynı gelişmelere hizmet eden hatta kışkırtan çevreler, bugün de garip bir şekilde savaş tellallığı yapmaktadırlar. Hatta geçen her saniyeyi kayıp addederek, bir an önce girelim demektedirler.

Kendi sınırlarımız ve kendi açık alanlarımızda hatta şehirlerimizde tam olarak sağlayamadığımız güvenliği, her yanı bir labirent kıvrımı olan Kuzey Irak`ta savaşla nasıl sağlayacağız?

Bugün canımızı ciğerimizi yakan şehitlerimizi örnek göstererek, Kuzey Irak`a operasyon yapma fikrini yüksek sesle duyuranlar, bilmezler mi ki, o gün şehitlerin sayısı on katına çıkacak!

Haydi bunu belli bir süre diye sineye çekelim. Terörün bitmesi pahasına feda olsun evlatlarımız diyelim. Kim biliyor biteceğini? Her tarafı mağara ve saklambaç yuvası olan dağlarda gizlenmiş teröristleri nasıl bulacaksınız?

En önemlisi kiminle savaşacaksınız? Bombaları köylerin üzerine mi bırakacaksınız? Barzani`nin mi Talabani`nin mi? Tuttuğunuz sivillere ``PKK`lımısın`` diye mi soracaksınız?

Dahası can alıcı soruyu sorarsak, şu aşamada Talabani`nin işe karışması halinde, bağımsız devleti tehdit ve işgal suçlamasına, diplomatik anlamda ne gibi cevabınız var? Bu bağlamda atılacak adımların süresini doldurdunuz mu? Asıl yapılması gereken yöntem bu mudur?

Nedir yapılması gereken?

Bazılarının dediği gibi düz ovada siyaset değildir.

İlk çözüm, sınır ötesi operasyona harcanacak olan milyarlar, sınır içinde harcanarak, ebedi ve kalıcı bir güvenlik kalkanı oluşturmaktır. Bu kalkan her zaman ihtiyacımızdır.

İkinci çözüm ise yeri ve zamanı geldiğinde karpuz tarlalarına nokta vuruşları yapmaktır. Bu harekat sadece hava ile sınırlı olmalıdır! Özellikle cüsseli karpuzların bulunduğu bahçeler iyice aktarılmalı, yine filizlenme görülürse, merdane çekilmek suretiyle düzlenmelidir. Ancak tekrar ifade ediyorum ki, yer ve zamanlamaya azami dikkat gösterilmeli, şu aşamada kesinlikle operasyon yapılmamalıdır. Ayrıca içerde de eksik olan güvenlik tedbirleri azami düzeye çıkarılmalıdır. Yapılması şart ise, operasyon öncesi bütün yurt çapında güvenlik ağı oluşturulmalıdır.

Bu tedbirler, katil çocuklara karşı alınan tedbirlerdir. Asıl mesele bu terörist çocukların yönlendiricisi olan babalardır! Görünürde işlenen suçları kabul etmeyen ve onaylamayan demokrasi tombulları, suçüstünde kaybettikleri oyuncaklarına, fazla tahammül gösteremezler. Bu ihtimale karşı, önemli noktalardaki yığınak ve mevzilenme, bugünkünün en az üç katına çıkarılmalı, savaşın gerektirdiği her türlü harp hilesi kullanıma hazır tutularak, sınır ötesinde değil, sınır içinde ve meşru savunma kavramları güvencesinde babaların rezil oluşu sağlanmalıdır.Gerekiyorsa bir özel Kuzey Tümeni kurulmalıdır.

Özellikle hava kuvvetlerindeki hücum yazılımlarının adresi acilen yenilenmeli, her zaman olduğu gibi, böyle bir zamanda da, uykusuna yattıkları teknolojilerinin rüyasından kabusla uyanmalarını temin edecek Türk`e has sürprizler nöbette tutulmalıdır. Bu konuda Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki evlatlarımızın maharetinden, zerre kadar şüphem yoktur!

Künyesinde Türk yerine Turk bulunan bir tv `de konuşurken`` Uçaklardan düşmana taş mı atacaksınız, tetiğe basamıyorsunuz`` diyen aydınlara da, bir selam göndererek diyelim ki, Irak`ın patlamayan bir tetiği de yok ama, tetikçilerin feleği şaşmış durumda! Savaş, süslü stüdyolarda boyalı mankenlere şirin görünme hevesiyle, yazarlık adına zurna öttürücülüğü, yorumculuk adına teneke çalgıcılığı yapmaya benzemeyen, ``Ya İstiklal Ya Ölüm`` fedailerinin işidir. Hakiki tahlil ve teşhis koyma da ehil doktorların.

Sözün özü olarak diyorum ki, başta CHP olmak üzere bütün fırsatçı siyasetçiler şunu bilsinler ki, ülkeyi SEVR ve MONDOROS felaketine sürüklediğinizi anlayın. Bu akıl tutulmasından kurtulun.

Otorite makamındaki yetkililer, siz de her an savaşa hazır olun, ancak kesinlikle şu aşamada operasyon macerasına kalkmayın ve devletin bekasına bomba koymayın! Sizi ısrarla Kuzey`e çağıran PKK`nın ne yapmak istediğini iyi okuyun!

Mansur İlhan Yakar
Editör: Adıyaman Haber