Öyle cam içinde kandil ve onun yakıcı ustası da ne ola ki demeyin hikâyemi okuyun sonra karar verin.

Çok ama çok eski zamanlarda, henüz elektriğin olmadığı, olsa da uzak diyarlara ulaşmadığı zamanlarda geçiyor hikâyemiz.

Saadettin ağa, yörenin en büyük ağasıdır. Zenginliği dillere destan olmuş, onun emri olmadan kuşlar kanadını bile kıpırdatmazmış nerdeyse, yani o kadar etkili ve de o kadar yetkili bir ağadır Saadettin ağa…

Misafirperverdir de Saadettin ağa. Ağalığın şanını ayaklar altına alacak pintilikler içinde hiç bulunmamıştır. Namı ülkeler arasına bile yayılmış bir ağadır. Ticaret için gelen kervanlar onun evinde misafir olur, ikramlarının tadına bakar, konukseverliğinden mahcup olup giderlermiş. Gittiği yerlerde de Saadettin ağanın konukseverliğini destanlaştırır anlatırlarmış.

Kervanlar, Saadettin ağanın konağına misafir olunca, yeniliklerden de en önce Saadettin ağa haberdar olurmuş. Gelen konuklar ikramların altında kalmamak için Saadettin ağaya hediyeler getirirlermiş. Bu nedenle de o zamanlar çevre illerde bile bulunmayan birçok malzeme Saadettin ağanın konağında bulunurmuş.

Saadettin ağanın, şehrin muhtelif yerlerinde kahvehaneleri de varmış. Yörenin insanları boş zamanlarında bu mekânlarda zaman geçirir, o zamanın meşhur oyunlarıyla vakit öldürürlermiş. Hatta oradan geçen kervanlar Saadettin ağanın evinde konuk olduklarında da bu kahvehanelere uğrar, yöre insanıyla hasbıhal eder, kısa günün karı diye alış-veriş de yaparlarmış.

Neyse söz uzun, size kısaltarak anlatayım. Bir gün Şam’dan bir kervan gelir ve bütün kervanlar gibi Saadettin ağanın konağına misafir olurlar. Başkaca bir alternatifleri de yoktu ya. Gidip beş yıldızlı otel arayacak halleri mi vardı ki gariplerimin.

Akşam yemeğinden sonra herkes eline birer kandil alarak odalarına çekiliyorlardı. Yatacakları vakitte kandili söndürürlerdi. İşte o gece de kervancılar ellerine birer kandil alarak kendilerine tahsis edilen odaya doğru yöneliyorlardı ki, kervancı başının aklına bir şey geldi ve dönerek Saadettin ağaya;

-Ağam bu kandillerin camlısı çıkmış. Bence sen ondan al, hem ışığı daha uzun sürüyor, hem rüzgârda sönmüyor, üstelik daha aydınlık ve masrafsız…

Saadettin ağa yeniliğe çok açık olduğundan almış bir merak;

-Deme yav, hakketten anlattığına göre güzel bir şey, peki nereden bulurum?

-Valla Şam’da var ama her adam onu yakamaz.

-Nasıl yani?

-Şimdi onun bir deposu var. İçerisine yakıtını dolduruyorsun. Bir de motoru var, bükünce aydınlık oluyor, kısınca da daha az ışık veriyor. Yani ne kadar aydınlık istiyorsan sen kendi elinle ayarlıyorsun.(Tam otomatik desenize)

-İlginç..

-İlginç tabii, ama bunu herkes yakamaz. Bunun ustaları var ve çok paraya geliyorlar. Yani anlayacağın Saadettin ağa, güzel bir yenilik ama masraflı.

-Ya bana göre masraf nedir ki. Derhal ondan buldurup getirttireceğim.

Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, henüz kargalar kahvaltısını etmeden Saadettin ağa, adamlarını toplar ve içlerinden hızlı at koşan üç kişiye görev verir;

-Alın bu altınları, Şam’a gidin. Camın içerisinde yanan kandiller çıkmış, bulun yeterince alın gelin. Ha bu arada kandil yakıcısını da beraberinizde getirin.

Emir anlaşılmış ve üç atlı hazırlıkları kısa zamanda tamamlayarak yola düşmüşler…

Aylar sonra Saadettin ağanın adamları Şam’a varmış, sormuş soruşturmuşlar ve sonunda cam içerişsinde bulunan, yoğun ışık veren ve ayarlanabilir kandili satan dükkânı bulmuşlar.

Sadettin ağanın adamları, cam içinde kandil satan dükkân sahibine;

-Bu kandillerden bir koli alıyoruz. Yanında neyi varsa da ver, yolumuz uzak, geri dönmeyelim, demişler.

Dükkan sahibini almış bir merak tabii ve sormuş;

-Ağalar nereden geliyorsunuz?

-Saddettin ağanın diyarından

-Orası neresi yav?

-Bre deyyusa bak, sen Saadettin ağamın memleketini bilmez misin? diye hiddetle sorunca, dükkan sahibi başına bir iş neyim gelmesin diye işi yumuşatmaya çalışmış;

-Ağalar kusuruma bakmayın, yaşlılık işte unutmuşum.

Dükkân sahibi, Saadettin ağanın adamlarını başından savmak için elini çabuk tutarak derhal cam içinde olan kandillerden muhafazalı şekilde bir koli yapmış ve Saadettin ağanın adamlarına teslim ederek, altınlarını almış.

-Ağanıza benden selam söyleyin, demeyi de ihmal etmemiş.

-Tamam ama bu kandillerin yakıcısını nereden bulacağız?

-Buyur?!

-Kandilleri amca kandilleri kim yakmayı biliyor? diye üsteleyince dükkân sahibi bunların hayatında ilk defa cam içindeki kandilden gördüğünü anlamış ve başına bir iş gelmesin diye de yardımcı olmak zorunda olduğunun farkına varmış;

-Vallahi bizde bir yakıcı vardı ama o da İstanbul’a göç etti. Hem yalnız o değil, İstanbul’da çok usta varmış bence oraya gidin.

-Yav buradan ta İstanbul’a mı gideceğiz?

-Mecburen, ama kandillere sakın dokunmayın, patlar matlarda alimallah başınıza kötü bir iş gelir.

Saadettin ağanın adamları cam içerisindeki kandilleri yüklenerek geldiklerinden birkaç ay sonra memlekete varmışlar. Kandillere bir şey olmasın diye yavaş at sürdüklerinden biraz gecikmişler tabii ki…

Nihayet memlekete varan atlılar Saadettin ağa huzuruna çıkmışlar. Kandilleri gören Saadettin ağa, onları hayranlıkla izlemiş ama elini neyim de atmamış, ne olur ne olmaz değil mi ama.

-Yav çok güzel bir alet bu. Kim bilir ne kadar da aydınlatır ama hani bunun yakıcı ustası?

-Ağam Şam’da yokmuş. İstanbul’a gitmemiz gerekiyordu. Kandillerin başına bir şey gelmesin diye önce onu size teslim edelim dedik. Bu gece dinlenelim yarın İstanbul’a gitmek için yola çıkar, yakıcı ustasını alır geliriz, demişler ama Saadettin ağanın yarını beklemeye tahammülü yokmuş;

-Ne dinlenmesi, derhal yola çıkın ve zaman geçirmeyin, yolda da oyalanayım demeyin.

Saadettin ağanın adamları mecburen Şam’dan getirdikleri ayaklarının tozunu, İstanbul’a doğru serpiştirmeye başlamışlar.

Zavallı adamcağızlar, aylarca süren yeni bir maceraya doğru yeniden atılmışlar. Yol bu, uzun ve meşakkatli. Bin bir tehlike ve çeşitli sıkıntıları olan bir yolculuktan sonra nihayet İstanbul’a varmış ve derhal, “cam içindeki kandili yakma ustası” aramaya başlamışlar.

Uzun aramalar sonucunda, “cam içerisindeki kandil yakma ustası”nı bulmuşlar.

-Usta kalk, Saadettin ağam çağırıyor.

-Saadettin ağan kim yav?

-Bak şu deyyusa, sen Saadettin ağamı nasıl tanımazsın?

-Yav kursa bakma, işlerin yoğunluğundan unutmuşum işte ama ben gelemem işlerim yoğun.

-Sana ne kadar altın dersen veririz, yeter ki bizle gel, kandil yakmayı bize öğret. Merak etme Saadettin ağamın gözü gönlü bol.

Sonunda günlüğü bin altına anlaşırlar ve anlaşma şöyle gerçekleşir; Usta, cam içerisindeki kandili yakmayı birisine öğretecek ve o adam öğrenene kadar memlekette kalacak ve her kaldığı gün içinde bin altın alacaktır. Yeme içme ve konaklama da tabii ki ev sahibine ait olacaktır. (Yav böyle bir iş varsa bana da söyleyin bugünlerde meteliksizim de)

Saadettin ağa ve usta için uzun bir yolculuk yeniden başlar.

Kısa keselim, Saadettin ağanın adamları yanlarında “cam içerisindeki kandil yakıcı ustası”yla birlikte Saadettin ağanın memleketine varırlar.

Davullarla, zurnalarla, ziyafetlerle karşılanan atlılar, derhal dinlenmeye çekilirler.

Usta, bir süre sonra Saadettin ağanın huzuruna getirilir ve kuş sütü eksik sofraya oturtturulur.

Usta “hak” deyince et, “huk” deyince süt verirler. Yani ustanın havası bin beş yüz. Ne derse anında ayağında.

Saadettin ağa, oğlu Ramo’yu ustanın yanına verir ve şöyle der;

-Bu benim oğlum. Cam içerisindeki kandili yakmayı oğluma öğretirsen İstanbul’a dönersin. Burada her şey emrinde ve her gün içinde bin altın alacaksın.

Usta işe başlar ama hiç kimsenin kandile dokunmamasını, ıslak elle yanından bile geçilmemesini tembihler.

Bunun üzerine Saadettin ağa, cam içindeki kandile hiç kimsenin el atmaması için bekçi bile görevlendirir.

Gel zaman, git zaman Saadettin ağanın oğlu Ramo, cam içerisindeki kandili yakmayı öğrenir ve bizim cam içindeki kandili yakma ustamızda İstanbul’un yolunu tutar, hem de yanında bir deve dolusu altınla birlikte…

Aradan yıllar geçtikten sonra yaygınlaşan cam içindeki kandil, yani idare lambası, yani gaz lambası, her evin başköşesinde yerini alır.

Yakıtı gaz, içinde bir fitili var ve açma-kapama düğmesini de kullanmanın öyle sanıldığı gibi zor olmadığı çok sonraları anlaşılır ama o zamana kadar altınları biriktiren ustalar keyfederler…

 

Tweetimden Seçmeler

Başkalarının evladı, kanı, canı ve malı üzerine erkeklik taslayanlar ne Filistinlilerin acısını anlar ne de şimdi yaşayacakları sevinci...