Evrenin doğasında değişim var: Dünya dur durak demeden dönüyor. Döndükçe saniyeler dakikaları, dakikalar saatleri kovalıyor.

                  Hâsılı canlı-cansız her şey değişiyor.

                Gündüzler geceleri, geceler gündüzleri takip ediyor ve böylece anbean değişime uğruyor.

               Günler ayları, aylar yılları baskın bir şekilde kovalamaya çalışıyor duruyor.  

                 Yıllar ise ezelden ebede varmak için yola revan olmuş insanları yakalıyor, kıtır kıtır eskitiyor ömrünü.

                 Eskitmekle de kalmayıp dirhem dirhem tüketiyor…

                 Keza dünya döndükçe mevsimler değişime uğruyor. İnsanlar da değişim süzgecinden geçip, her yaşta farklı bir anlayışa bürünüyor.

                Büyüdükçe/olgunlaştıkça/yaşlandıkça simaen değişiyor, fikren ve zikren değişime kapı aralıyor.  

                Evrende bunca değişim rüzgârı eserken, doğal olarak yeryüzünü süsleyen envai çeşit bitkiler de günbegün farklılaşıyor elbet:

               O bitkiler ki, ilkbaharda canlanıyor; kimisi meyve veriyor, kimisi de yeşilimsi yapraktan ibaret.

               Yaz mevsiminde farklı evrelere dönüşüp verimlileşiyor. Sonbaharda ise, renk değişimine doğu eviriliyor ve sonunda kendi yapraklarıyla yollarını kerhen ayırıyor.    

                Anlayacağınız en nihayetinde dalını/gövdesini saran yaprakları bir bir döküyor toprağın kara bağrına…

               Dolayısıyla evrende, doğada ve eşref-i mahlûkatta bunca değişim rüzgârı eserken, iklimlerin de hep aynı kalması beklenemez.  

              Takdir edersiniz ki, bizden önceki kuşaklar hep şunu söyler: “Eskiden kış kış gibi olur, yaz yaz gibi, bahar da bahar gibi…”

              Yani Kış aylarında kar yağar, yağmur-çamur olur, fırtına-boran kopar, soğuk ve sert iklim hâkim olurdu evrene.

               İlkbaharda hava ılımanlaşır, hem toprağa hem de bitkilere can gelir, bedenlerde dolaşan kan sıvılaşır, yepyeni bir heyecan, yepyeni bir uyanış sarardı canlıları.

               Yaz aylarında yer küresi ısınır, hava ısınır, su ısınır, yürekler ısınır, dolayısıyla insan ısınırdı.

               Sonbahar aylarında da ağaçlar-bitkiler sararır, bir önceki mevsimlerden eser kalmazdı.

              Takdir edersiniz ki, her şeyin değiştiği gibi, günümüzde iklimler de değişime uğradı. O eski iklimler mumla aranır oldu. Her şey tersine döndü; ne yaz’lar eski yaz’lara benziyor, ne de kış’lar eski kış’lara…

              Küresel bir kuraklık, evrensel bir değişiklik yaşanıyor. Şu sıralar kış aylarına rağmen yağışa hasretiz. 

             Ne bir damla yağmur ne de kar var. Eskiden topluca yağmur duası yapılır, Cenab- Allah da kullarının duasını kabul eder, gök gürler, bulutlar ağlar, yeryüzü suya gark olurdu.

            Ne hikmetse, günümüzde insanlar ne kadar yağmur duası etse de yağış adına en ufak bir emare yok. Vardır bunda bir hikmet, ama ne?

            Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

                                                                                                          Bilal KARADAĞ

                                         [email protected]