Lüksemburg Havaalanının otoparkında bizi bekleyen, sekiz gün boyunca yüzlerce kilometre yol kat edeceğimiz otobüsümüze bindik. Bulgar kökenli Türk şoförümüzün  aracı hareket ettirmesi ile beş ülkeyi kapsayan yolculuğumuz başlamış oldu.

                Havaalanından çıkıp otobana girdik. İlk dikkatimi çeken şey yollardaki araç sayısının azlığı oldu. Pazar günü olmasına karşın yollar neredeyse boştu. Yol boyunca göz alabildiğince uzanan ormanlar çok güzeldi. Öyle büyük dağlar tepeler yoktu. Az engebeli bir arazide ormandan arta kalan bölümlerde ağırlıklı olarak mısır ekili olan tarım alanları göze çarpıyordu. Orman ve tarım alanı dışında atıl kalmış bir karış toprak parçası görmedik. Ülkede Fransızca, Almanca ve Lüksemburgça dilleri konuşuluyormuş. Tarih boyunca sürekli Alman ve Fransız işgaline uğramış. Belçika, Fransa ve Almanya’ya komşu olan bu küçük Orta Avrupa ülkesi  2586 kilometrekare yüzölçümü ve yarım milyona yakın nüfusu ile dünyanın en zengin ülkesi imiş. Kişi başına düşen  milli gelir 85.000 dolar  civarındaymış. Asıl geliri finans sektöründen geliyormuş. Hatta Avrupa’nın kasası deniliyormuş.  Bu küçük ülkenin ordusu 800 kişiden oluşuyormuş. Bu minik ülke NATO’nun koruması altındaymış. Yönetim biçimi de ilginç. Hem parlamenter sistem hem de krallık sistemi  mevcut. Aslında Lüksemburg bir dükalıkmış. Parlamentonun aldığı kararlar dükün yani kralın onayını aldıktan sonra hayata geçirilirmiş. Yani son sözü kral söylüyor. Yolculuğumuzun son gününde Lüksemburg’dan tekrar bahsedeceğim hatta kraliyet ailesine ait biraz magazinel bilgiler de vereceğim.

 

                Kısa süren bir yolculuğun ardından Fransa’nın Reims Kentine ulaştık. Bu şehrin Fransızlar için  ayrı bir önemi var. Krallar bu şehirdeki ünlü Katedralde taç giyerlermiş. Tarihi veya tarihi görünüme sahip binaların yer aldığı sakin ve güzel küçük bir şehir. Arnavut kaldırımı görünümlü taşlarla kaplı sokaklarda yer alan kaldırımlara taşmış kafeleri ile tarih ve modern yaşam bir arada. Özellikle parklardaki çiçek düzenlemeleri çok hoştu.

 

                Biraz da ünlü Reims Katedralinden bahsetmek istiyorum. 1211 yılında inşa edilmiş.Gotik sanatının en muhteşem örneklerinden biri olan bu Katedral 150 metre boyunda, kuleleri 81 metre yüksekliğindeymiş. Ortaçağ boyunca çok önemli bir din merkezi olmuş. 1991 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesine alınmış. Dış yüzeyi camlar dışında neredeyse tamamen heykellerle kaplı. Tam 2303 tane heykel varmış. İçini de gezdik. Kırmızı ve lacivert vitrayların çokluğu ilgimi çekti