Paris’in en yüksek tepesi olan Montmartre Tepesinde yer alan Sacre Cour Kilisesini görmek üzere yola çıktık. Kısa süren otobüs yolculuğunun ardından, otobüsümüz diğer tur otobüslerinin de yer aldığı meydandan durdu. Rehberimiz önde biz arkada grup olarak küçük meydandan yürüyüp caddenin karşısına geçtik.

                Dik dar bir sokaktan yukarı doğru yürümeye başladık. Sokak İstanbul Eminönü’ndeki Mahmutpaşa yokuşuna benziyordu. Sokağın iki tarafında tek katlı ağırlıklı olarak hediyelik eşya ve otantik giysiler satan küçük dükkanlar yer alıyordu. Arada tek tük fast food restoranları mevcuttu. Yoğun kalabalıkta yaklaşık onbeş dakikalık yürüyüşün sonunda sokakla kesişen bir caddeye çıktık. Caddenin karşısında tepeye çıkan merdivenler ve teleferik yer alıyordu. Rehberimiz bize jest yapıp teleferik bileti aldı. Sıraya girip yaklaşık beş dakika bekleyip, teleferiğe bindik kısa süre sonra  kilisenin yer aldığı alana çıktık.

 

                 Önündeki basamaklar nedeniyle daha da yüksek görünen Sacre Cour Kilisesi karşımızda duruyordu. Sacre Cour Notre Dame Katedralinden sonra, turistlerin en çok ziyaret ettiği ikinci kilise imiş. Merdivenlerin de bulunduğu teleferikten indiğimiz alan çok kalabalıktı. Kiliseyi arkanıza alıp, aşağı baktığınızda bütün Paris ayaklarınızın altında gibi görünüyordu. Yapı şimdiye dek gördüğümüz kiliselerin hiç birine benzemiyordu. Klasik kiliselerin aksine beyazdı ve dört kubbesi vardı. İlk göze çarpan girişteki iki uzun sütunun üzerinde yer alan üzerlerinde silahlı binicileri olan yeşil renkteki at heykelleri idi. Savaşlarda hayatını kaybedenlerin anısına inşa edilen Kilisenin yapımına 1875 yılında başlanmış ve ancak 1914 yılında bitirilmiş.

 

                   Bizans mimarisi ile yapıldığı için Cami’ye benzetildiğinden bölge halkı tarafından uzun süre rağbet görmemiş. Hz. İsa’ya adandığı için Sacre Cour (Kutsal Kalp) adı verilmiş. TavanındaFransa’nın en büyük İsa mozaiği bulunan kilise, Hırıstiyanlar için önemli bir hac merkezi imiş. Kalabalığı yararak içeri girdik. Daha önce gördüğümüz, kiliselere göre çok daha ferah ve aydınlık bir mekandı. Hemen girişte klasik siyah kıyafetler yerine, beyaz uzun belden büzgülü üzerinde dini motifler yer alan giysiler giymiş din adamlarının ‘’No Photo, no camera ‘’ uyarıları ile karşılaştık. Tavandaki İsa mozağinin büyüklüğü gerçekten göz kamaştırıcı idi. İçerisi neredeyse dışarısı kadar kalabalıktı. Kilisenin derinliklerine doğru ilerlerken, gördük ki kimse din adamlarının uyarılarını dikkate almamış. Turistler ellerinde telefon ve mini kameralarla gayet rahat bir şekilde mekanın içini görüntülüyorlardı. Diğer kiliselerde olduğu gibi sessiz olmaması da ilgimi çekti. Dini bir mekandan çok bir müze izlenimi bıraktı bende.