Brüksel’e ulaştıktan sonra ilk gördüğümüz yer Kralın sarayı oldu. Güvenlik nedeni ile bahçe kapısının önünden geçtik. Bahçedeki yoğun ağaçlar yüzünden Saray binasını pek gördüğümüz söylenemez aslında. Ama siyah demir bahçe kapısı ve kenarında yer alan heykeller çok güzeldi.Yolun karşısında yer alan, Kralın günlük ibadetlerini yaptığı söylenen yeşillikler içinde yer alan beyaz şapel çok hoş bir görüntü veriyordu.
                Daha sonra Çin’i ilk ziyaret eden Avrupa’lı kral olması nedeniyle Çin tarafından Krala hediye edilen geleneksel Japon ve Çin evlerini gördük. Bu evlerin içi boşmuş, dış görüntüleri ile ülkelerinin mimari özelliklerini sergiliyorlar sadece.
                Ardından Atomium Heykelini gördük. Bir atom çekirdeğinin 165 milyon kere büyütülmüş hali olan bu yapı 102 metre yüksekliğinde olup, iç içe geçmiş dokuz küreden oluşmakta. Güvenlik nedeniyle belli bir noktaya kadar ulaşılabilen heykel, uzaktan sabit duran metalik bir dönme dolaba benziyordu. Bu küreler halen ofis olarak kullanılmaktaymış.  Belçikalılar Fransızların ünlü Eyfel Kulesine karşılık bu tuhaf heykeli yaptırmışlar. Açıkçası bence Eyfel Kulesi ile uzaktan yakından hiçbir ilgisi olmayan bu garip heykel Eyfel Kulesinin tırnağı olamaz. Tabii ki buna katılmayanlar olabilir.Ama benim görüşüm beni bağlar.
                Brüksel şehrine ulaştıktan sonra , şehrin dış mahallelerinde yer alan Türklerin yaşadıkları bölgeyi gördük. Genellikle üç veya dört katlı bitişik nizam evlerden oluşan sokaklarda yer alan Türkçe isimli çok sayıda bakkal, kasap, manav ve büfenin oluşu ilgimi çekti.
                Biraz Belçika’da yaşayan Türklerden de bahsetmek istiyorum. Buradaki Türklerin çoğu Afyon Emirdağ’lı imiş. Öyle ki bir ara bazı Belçikalılar Türkiye’nin başşehrinin Emirdağ olduğunu sanıyorlarmış. Eh adamlar pek de haksız sayılmazlar. Düşünsenize tanıdığınız hangi Türk’e nereden geldiğini sorsanız Emirdağ cevabını alıyorsunuz.