Bir sohbet toplantısında ukalanın biri ortaya atılmış. “Arkadaşlar bugün size kurbanın nasıl farz olduğunu anlatacağım” demiş.

Başlamış anlatmaya… “İlerleyen yaşına rağmen Hazreti İsa’nın çocuğu olmuyormuş. Allah’a dua ederek kendisine bir çocuk vermesini istemiş. Eğer çocuğum olursa bu çocuğu Allah’a kurban edecem” diye de söz vermiş.

Bu duası kabul olmuş ve Hz. İsa’nın bir kızı olmuş. Çocuk büyümüş serpilmiş. Hz. İsa bu çocuğun kurban edilmesi için Allah’a verdiği sözü hatırlamış.

Çocuğunu alıp doğru sahile götürmüş. Çocuğu kurban edecekken semadan bir vahiy gelmiş… “Eyy Kulum İsa!.. Sen vaadinde durdun, senin itaatine, sadakatine, samimiyetine inandık. Dolayısıyla o çocuğu kurban etme, onun yerine sana göndereceğimiz keçiyi kurban et” demiş. “Hz. İsa’da kız çocuğu yerine gönderilmiş olan keçiyi kurban etmiş ve böylece kurban farz oldu” demiş ve eklemiş:

Arkadaşlar bir yanlışım varsa düzeltin.

Sohbette bulunanlardan biri bu anlatılanlara dayanamamış ve patlamış.

“Yahu muhterem şimdi biz bu anlattıklarıyın neresini, hangi birini düzeltelim. Bi’kere o Peygambar Hz. İsa değil, Hz. İbrahim olacaktı, o çocuk kız değil erkek olacaktı, götürdüğü yer sahil değil Arabistan olacaktı, keçi değil koç olacaktı, farz değil vacip olacaktı şimdi biz bunların hangisini, neresini düzeltelim bunun düzeltilecek neresi var ki” demiş.

*

Şimdi ben de kahveye gidip bir masaya oturdum. Masada bulunanlar siyasi sohbet ediyor arada sırada tartışıyorlar. Bunlardan birisi beni bu tartışmaların içine çekmeye, yapılan polemiklere dahil etmeye çalışıyor. Ben konuşmaktan imtina edip kaçamak cevaplar vermeye,  bu kısır çekişmelere ilgisiz kalmaya çalışıyorum. Ama adam ısrarla beni bu polemiğe müdahil etmek için sataşıp duruyor.

Bu arada siyasi partileri değerlendiriyor, liderlerini karşılaştırıyor, Türkiye’den girip Amerika’dan çıkıyor, İngiltere’ye uğrayıp, Ortadoğu’yla devam ediyor. Türkiye’yle birlikte dünyayı da düzeltiyor, düzelttiği yetmiyor Türkiye ve dünya siyasetini hem kuguluyor, hem de dizayn etmeye çalışıyor. Anlayacağınız şu şöyle, bu böyle sallayıp duruyor

Baktım olmayacak dedim ki; bak arkadaş sana birkaç kelime veya isim söyleyecem. Eğer sana söyleyeceklerimin yarısının ne olduğunu, kim olduğunu bilirsen senle bu tartışmalara girerim.

Tamam dedi.

Başladım… O anda aklıma gelen ve en popüler, en başat, en fenomen isim ve kelimeler olan Adolf Hitler, William Shakespeare, Fazıl Say, Lionel Messi, Muta, Google, Yılmaz Özdil, Twitter, Tolstoy,  Sylvester Stallone, Liberal…

Size yeminle söylüyorum bu sıralananların hiç birini duymamış, bunların ne olduğunu, kim olduğunu bilmiyor.

Ehh bende dedim ki; Mübarek adam… Adolf Hitler ismini bilmiyorsan ve duymamışsan tarihten, William Shakespeare’den dolayı tiyatrodan, Fazıl Say’dan dolayı müzikten, Lionel Messi’den dolayı futboldan, muta’dan dolayı dinden, Google’den dolayı internetten, Yılmaz Özdil’den dolayı basından, Twitter’dan dolayı sosyal medyadan, Tolstoy’dan dolayı edebiyattan, Sylvester Stallone’den dolayı sinemadan, Liberal’den dolayı siyasetten anlamıyorsun. Sen hiçbir konuda hiçbir şey bilmiyorsun. Eğer biraz bir şeyler bilecek olsaydın en azından bunların birkaçını bilirdin. Şimdi ben seninle hangi konuda neyi tartışacam? Çünkü bunların hiçbirini bilmeyen en azından duymayan adama bırak cahili zırcahil derler dedim.

Adam daha fazla mahcubiyet yaşamamak için kerhen de olsa susmak zorunda kaldı.

Onun için siz siz olun cahil ötesiyle uğraşıp durmayın, hadi cahil neyse de zırcahille asla muhatap olmayın. Basit bir test edin, yeter.

Yazık size… Hem size hem de nefesinize.