Pazartesi günü başlamış olduğumuz “Bir Kahramanın (Erbakan) Öyküsü” başlıklı yazı dizisinin ikincisine kaldığımız yerden bugün devam ediyoruz:    

Sanayi girişimlerinde Odalar Birliği’nin rolünü çok iyi bilen Erbakan Hoca, daha 1959’larda girdiği ve yükseldiği İstanbul Sanayi Odası Makine İmalatçıları Sanayi Meslek Komitesi Başkanlığı’ndan, 1966 yılında ayrılıp, bu sefer yerli imalatı, ithalat karşısında koruyabilmek ve sömürü tekellerinin dampingi karşısında Gümüş Motor’ları satabilmek için ithal kotaları düzenleme yetkisi bulunan Odalar Birliği Sanayi Dairesi Başkanlığı’nı ele geçirdi.  

Ancak, kendilerinin aldığı kararları Odalar Birliği Genel Sekreteri’nin bozduğunu görünce bu sefer de TOBB’a Genel Sekreter oldu.  

Bunun üzerine dış güçlerin ve yerli işbirlikçilerin elinde ve emrinde çalışan TOBB Genel İdare Kurulu üyeleri, genel sekreterin kararlarını çalıştırmayınca arkasından Erbakan Hoca yeni bir meydan savaşı kazanarak, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’ne Genel Başkan seçildi.  

            Kapitalist kargaların bir nevi üssü ve karakolu durumundaki bu teşkilatın en üst zirvesine yükselen bu soylu Asyalı’nın yolunu tıkamak ve çaresiz bırakmak için bu sefer hükümet devreye girdi ve devrin Başbakanı Süleyman Demirel kotaları hazırlama yetkisini Odalar Birliği’nden geri aldı!

            Ayrıca zalimler, mazlumların kafasını ezmek için kullandıkları bir Demir + el, Erbakan Hoca’yı Odalar Birliği Genel Başkanlığı’na getiren seçimlerin iptali için Danıştay’a başvurdu. Erbakan Hoca ise hukuki yollardan bu seçimlerin haklılığını ve geçerliliğini ispatladı, ama yine de kanunsuz, kaba kuvvet zoruyla görevinden uzaklaştırıldı.  

            Hele hele Odalar Birliği’ne bağlı (Özel Sektör Enformasyon Komitesi) ÖSEK’e yaptığı teftişte, bu teşkilatın “kominizim ile mücadele” perdesi altında o gün için Sol’a kiralanmış bazı yazar bozuntularına milletin kesesinden dağıtılan 600 bin lira (o gün için çok büyük bir meblağ) paranın nasıl çarçur edildiğini gören Erbakan Hoca kararını vermişti:

Hiç çaresi yok, siyasi güce ve hükümet otoritesine sahip olmalıydı!

            Bu nedenle, ya mili ve manevi değerlere bağlı bir tabana oturan Adalet Partisi (AP)’yi içten fethetmek, bu olmazsa hiç değilse “Madem siyasete hevesliydin ne diye hazır milliyetçi-muhafazakâr bir parti varken ona girmedin?” şeklindeki soruları fiilen cevaplandırmak için yaklaşan 1962 seçimlerinde aday olmak istemiyle AP’ye müracaat etti.

Ancak, Mason localarının ve sermaye hocalarının şiddetli tepkileriyle karşılaşan Erbakan, sonunda AP listesinden veto edildi.

            Kaybedecek vakti yoktu. Erbakan Hoca, Konya İli’nden bağımsız aday oldu. Bütün tertip ve tehditlere rağmen 3 milletvekili oyu alarak meclise girmeyi başardı.                    

             Daha sonra inanan ve uyanan insanları organizeli bir güç haline getirmek, yani onları nizama sokmak ve çağlar üstü mutlak nizamı hayata hâkim kılmak için 26 Ocak 1970’te Milli Görüş’ün ilk partisi olan Milli Nizam Partisi’ni birçok arkadaşıyla birlikte kurdu.  

            Daha bir yılını yeni doldurmuştu ki bu parti, 1971 yılının Nisan Ayı’nda, belki dünya tarihinde ilk defa gençlik kollarının yayınladığı bir broşürde yer alan bir şiirin içindeki masum ve mübarek şu cümle yüzünden kapatıldı:  

            “Dağa Taşa Hak Yol İslam Yazacağız!..” Ama bu yiğit lideri hak bildiği davasından caydırmak ve usandırmak mümkün olmuyordu.

            Nitekim 11 Ekim 1972 tarihinde kurulan Milli Selamet Partisi, Erbakan liderliğinde girdiği 1973 seçimlerinde yüzde 12 oyla 48 milletvekilliği ve 3 senatörlük kazanarak, 51 parlamenterle meclise girdi.

            Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

 

Not: Kısmet olursa yazımıza cuma günü kaldığımız yerden tekrar devam edeceğiz.  

                                                               Bilal KARADAĞ

                                                        [email protected]