Kahvaltımızı bitirdikten sonra, sabah sekizde Paris ‘i gezmek üzere otelimizden ayrıldık. Gezi anılarımı yazmadan önce sizlere Paris şehri hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Şehir M.Ö. 3. Yüzyılda Galyalılar’ın Parisi kabilesi tarafından, Seine Nehrinin taşıdığı alüvyonlardan oluşan iki adacık üzerine kurulmuş.  Zamanla şehir büyüdükçe bu adacıklardan tahta köprülerle bağlantı kurulmak suretiyle  Seine Nehrinin kenarlarında evler inşa edilmiş ve yerleşim nehrin iki yakasına kaymış. Dünyanın kültür, sanat, eğlence ve lüks tüketim merkezi olarak adlandırılan şehir 105.4 kilometrekarelik alana sahip. 2007 nüfus sayımı verilerine göre banliyöleri de dahil olmak üzere  Paris’te  11.8 milyon kişi yaşıyormuş.

                Eyfel kulesine yakın bir yerde otobüsümüzden inip, kısa bir yürüyüşün ardından kulenin bulunduğu meydana geldik. Saat bakmadım ama sanırım sekizbuçuk civarındaydı. Oldukça büyük olan meydanda tabiri caizse iğne atsanız yere düşmeyecek bir kalabalık vardı. Kuleye giriş biletleri önceden temin edilemediği için, herkes beklediğinden yoğun bir kalabalık ve uzayıp giden kuyruklar vardı. Çaresiz biz de herkes gibi kuyruğa girip beklemeye başladık. Bu kalabalığın içindeki siyahilerin ve Uzak doğulu turistlerin çokluğu ilgimi çekti.

 

                Kule 1889 yılında Gustave Eiffel tarafından devrimin 100. Yılı anısına Sergi için geçici bir süreliğine inşa edilmiş. Yapımı iki yıl sürmüş. 18.000 parça demirin 2.5 milyon perçinle tutturulduğu  yapı  300.50 metre yüksekliğinde ve 1665 basamaktan oluşmakta. Halkın ve bazı sanatçıların çirkin bir demir yığını olarak gördükleri kulenin yıkılmasına karar verilmiş. Yüksekliğinden dolayı bir süre radyo istasyonu olarak ardından uzun yıllar Citroen firmasının billboardı olarak kullanılmış. Daha sonraları turizme açılarak şehrin, hatta ülkenin sembolü olmuş ve kuleye halk tarafından Demir Leydi adı verilmiş. Günümüzde kule her yedi yılda bir 60 ton boya ile boyanmakta imiş.

 

                Kuleye isteğinize göre asansör veya merdivenlerden çıkabilirsiniz. Biz grup olarak asansörle çıkmayı tercih ettik. Kuledeki seyir teraslarından şehrin manzarası gerçekten görülmeye değer. Bir taraftan bütün şehri ikiye bölen Seine nehri göz alabildiğince uzanıyor. Diğer taraftan şehrin göz alıcı tarihi ve turistik yapılarını, geniş meydanlarını görebiliyorsunuz. Kuledeki turistlerin arasındaki Türklerin çokluğu  ilgimi çekti. Her seyir terasında, hemen her köşede Türkçe konuşan birilerini görmek mümkün.

 

                Manzaranın tadını doya doya çıkarabilmek için asansörle çıktığımız kuleden merdivenlerden yürüyerek indik.  Bunun sonucunda saatlerce bacaklarımın ağrıdığını tahmin edebilirsiniz. Ama manzara o kadar güzeldi ki, çektiğim ağrıya değdi doğrusu.

 

                Ayrıca kuleyi gece de görme imkanımız oldu. Aynen bizim Boğaz Köprüsü gibi ışıklandırılıp, turistlere görsel bir şölen sunuluyor.