Adıyaman Kültür Derneği (@akder02) / Twitter

                                                                      

  1. HAYATI

Şairin hayatı ile elimizde ilgili detaylı bir bilgi olmamakla birlikte 1839 yılında doğduğu ve 1909 yılında vefat ettiği bilinmektedir.[1] Şairin 18. Yüzyılda yaşadığını düşünenler de vardır. www.kenthaber.com internet sitesinde “Şair’in XVIII.yüzyılda yaşadığı sanılmaktadır. Doğum ve ölüm tarihlerine ilişkin bir bilgi de bulunmamaktadır.” notu yer almaktadır.[2]

Uzun süre maliyeci olarak devlet memurluğu yapmıştır.[3] Bu memuriyeti sırasında Güneydoğu Anadolu’nun bazı şehirlerinde yaşadığı, şiirlerinde Cudi Dağı’ndan ve Dicle nehrinden bahsetmesiyle tahmin edilmektedir.

“Kuh-ı Cudi çekmez sıklet-i bar-ı aşkı

Dicle itfa edemez şiddet-i nar-ı aşkı   

(Aşk yükünün ağırlığını Cudi Dağı çekemez;

Aşk ateşinin şiddetini Dicle nehri söndüremez.)

  1. ESERLERİ

Şairin elimizde basılı eseri bulunmamaktadır. Yazdıkları şiirlerin -muhtemelen bir kısmının- el yazma asılları Adıyamanlı Şairler kitabının müellifi muhterem hocamız M. Şemsettin Bilgin’de bulunmaktadır. Şair Divan Edebiyatı nazım türlerinden gazel, murabba, mersiye, naat, rubai, mehdiye, fahriye, müfred ve tarih taşı türünde şiirler yazmıştır.

  1. EDEBİ KİŞİLİĞİ

Şair Asım Efendi’nin 19. Yüzyılda Tanzimat Edebiyatçılarıyla aynı çağda yaşamış olmakla beraber Tanzimat edebiyatından etkilenmediği, o türde eserler vermediği ve Divan Edebiyatı nazım türlerinde eserler yazdığı görülmektedir. Hatta Tanzimat Edebiyatı şairlerini beğenmeyip kendi şiirlerini ve şairliğini zaman zaman üstü kapalı övdüğü ve asrın şairlerine örnek gösterdiği görülür.

                                    “Güruh-ı şairan-ı asrı Asım, arz-ı şerh eyle

                                    Rüsum-ı şi’ri paki, metn-i divanından alsınlar.”[4]

                                    (Ey Asım, devrin şairler topluluğunu açıkla ki,

                                    Temiz şiir resimlerini senin divanından alsınlar.)

Müfredlerinde tasavvufi terimler, divan edebiyatında sıkça rastlanan mecazlarla verilmiştir.

Kadiri tarikatına mensup olduğu ve Tarikatın kurucusu Abdulkadir Geylani’ye son derece bağlı bulunduğu, müfredlerinde, mehdiye ve mersiyelerinde sıkça görülmektedir.

“Kendini bahr-ı beladan kurtaran kes-i nadir

Gel yetiş imdadıma ya baz-ı Abdulkadir.”

(Kendini bela denizinden kurtaran nadir insan

Gel ey Baz[5] Abdulkadir, imdadıma yetiş.)

           

***

“Cana cananı bulduk, derda yananı bulduk

Pirim Abdulkadir’in, manevi evladı olduk.”

***

“Gavs dergâhında canım eylerim mutlak feda

Azm edersem Asıma ger hitta-i Bağdat’a ben”

(Ey Asım, eğer ben Bağdat’a varırsam

Gavs[6] dergâhına kesinlikle canımı feda ederim)

Kendisi kadiri tarikatına mensup olmakla beraber Mevlana ve Mevleviliğe karşı da büyük bir sevgisi bulunmaktadır. Şiirlerinde Mevlana’ya ve Mevleviliğe hayranlığını şu şekilde dile getirmektedir.

“Mevleviyem, Mevleviyem, Mevleviyem, Mevlevi,

Bende-i Molla Celaleddin sahip Mesnevi”

(“Mevleviyim, Mevleviyim, Mevleviyim, Mevlevi,

Mesnevi’nin sahibi Molla Celalettin’in kölesi.)

                                    ***

“Vayedar-ı himmet olmaksa muradın Asıma

Şive-i bahş-ı Mesneviye eyle ihlâsın kavi.”

(Ey Asım eğer maksadın himmetten nasibini almaksa

Mesnevi’nin nazlı ihsanına inancını güçlendir.)

Şair Asım Efendi, yaşadığı dönemin sıkıntılarından etkilenmiş ve bunu şiirlerine de yansıtmıştır.

“Bilmem felek bu defa murad üzre döner mi?

Bir dem elimiz devlet-i ikbale erer mi?

Ya Rab, bana bir er bulunur himmet der mi?

Yoksa günümüz böyle felaketle gider mi?”

Naat’larından ve diğer şiirlerinden anlaşılmaktadır ki şair çok derin bir dini ve tasavvufi bilgiye sahiptir. Şiirlerinde dini ve tasavvufi motifleri ve terimleri çok sık kullanmasından kendisinin aynı zamanda dindar biri olduğu, tarikat mensubu olup dinin ve tasavvufun gerektirdiği olgunlukta bulunduğu da anlaşılmaktadır.

                                   

“Eriştin ta makam-ı Kabe Kavseyn-i ev Edna’ya

  Beli ned-i İlahide melekten müctebasın sen.”

(Kabe Kavseyn-i ev Edna[7] makamına eriştin

(Evet, Allah’ın nazarında sen meleklerden de yücesin)

Bununla beraber özellikle gazellerinde Divan Edebiyatı terimlerinden aşk, şarap, kadeh, meyhane, saki, gül, bülbül, zülüf vb. terimleri de mecaz olarak kullandığı görülmektedir.

“Bul hüviyet menzilin arif isen ger hu eyle

Meclisi-i meyhanede Hu, menzil-i me’vada Hu!”

(Eğer biliyorsan varacağın yeri bul ve orada “Hu” diyerek zikir yap

Meyhane meclisinde, varacağın, sığınacağın yerde “Hu” diyerek zikir yap.)

                        ***

“Ey şuh eda ey zülfü-i siyeh sende bu sevda

Ey dil var iken çok dahi feryad edeceksin.”

(Ey nazlı, edalı, siyah zülüflü, ey gönül

Sende bu sevda varken sen daha çok feryad edeceksin.)

                        ***

“Neyle, meyle, şive-i dilberle olduk kamyab

Mest-i lay-akıldır anınçün bizim elkabımız.”

(Neyle, şarapla, gönül alan sevgilinin sözleriyle murada erdik,

Onun için bizim lakabımız akılsız sarhoştur.)

                        ***

İçmeseydim saki-i mümtaz elinden bade ben

Âlem içre harman-ı ömrüm verirdim bade ben.”

(Eğer seçkin şarap dağıtıcısının elinden şarap içmeseydim

Sonradan dünyada ömrümün tamamı boşa geçmiş olurdu.)

Şiirlerinde edebi sanatları çok ustaca ve sıkça kullandığı görülmektedir. Bu konuda Fuzuli’den oldukça etkilenmiş olduğu da söylenebilir.

 “Fitil-i şem’i bezmi rişte-i canımdan alsınlar

    Mey-i yakutu fem-i çeşm-i giryanımdan alsınlar

 (Işığın fitilini canımın sohbet meclisinin ipliğinden alsınlar,

 Yakutun suyunu da ağlayan gözlerimden alsınlar.)

Haber ver ey seba gevher-i füruşan-ı Bedehşan’a[8]

Akik-i la’l-i gülgunu kızıl kanımdan alsınlar.”

(Ey sabah yeli, Bedehşan şehrinin mücevher satıcılarına haber ver,

Al renkli akik taşını ve gül renkli kıymetli taşı kırmızı kanımdan alsınlar.)

Şiirlerinde yarım kafiye yanında genellikle tam ve zengin kafiye kullanmıştır. Rediflere de sıkça rastlanmaktadır. Zaman zaman “akrustiş” kullandığı da görülür. Methiyelerinin birini her mısranın başında, sırasıyla elifbanın bir harfini kullanarak yazmıştır.[9]

Şiirlerinde Arapça ve Farsça kelime ve terkipleri sıkça ve ustaca kullanmasından kendisinin Türkçeye oldukça hâkim olduğu gibi bu dilleri de çok iyi bildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca şiirlerinde Kur’anda geçen bazı terimleri kullanmasından derin bir dini bilgiye sahip olduğu söylenebilir.

  “Ulüvv-ü şanını bidirdi ‘Sübhanellezi Esra’

  Ebu-l ervah-ı bala kadr-i ula cahıdır Ahmed”

   (İsra suresinin ilk ayeti olan Sübhanellezi Esra[10]

   Yüce ruhların babası, yüce kıymetinin, kadrinin makamıdır ey Ahmet[11])

“Eriştin ta makam-ı Kabe Kavseyn-i ev Edna’ya”[12]

Beli ned-i İlahide melekten müctebasın sen.”[13]

Dört halifeyi (Hulefa-yı Raşidin) öven methiyelerden onun ehlisünnet akaidine sıkıca bağlı olduğu anlaşılmaktadır.

“Uladır nezd-i Bari’de makam-ı mertebe-i Sıddık

Felekte şöhret efzadır Hazret-i Eba Bekr-i Sıddık”

(Allah katında Hz.Ebubekir’in makamının yeri önceliklidir.

Kâinatta şöhretini çoğaltan Hz.Ebubekir’dir.)

                                                           ***

“Ahmed-i Muhtare hem Hazret-i Farukidir

Adl ile meşhur alem Hazret-i Farukidir”

(Seçilmiş peygambere Hz. Ömer vardır ki,

Adaleti ile meşhurdur Hz.Ömer Faruk)

                                                           ***

  “Oldu nureyn ile damad-ı Habib-i Kibriya

  Buldu feyz ile baha Hazret-i Osman-ı Zeki”

  (Peygamberin iki defa damadı olmakla iki nur sahibi oldu

  Bereket, bollukla değer kazandı Hz. Osman-ı Zeki.)

                                                           ***

“Esedullah-ı Ali yanı Cenab-ı Hayder

Katili ceyşi aduv Fatih-i Hayber”

(Allah’ın Arslanı, yani cesur, yiğit Hz.Ali

Düşman askerlerinin katili Hayber Kalesinin fatihidir.)

 

[1] Bilgin M. Şemsettin, Adıyamanlı Şairler s.153

[2] http://www.kenthaber.com/guneydogu-anadolu/adiyaman/Kimdir/iz-birakan/asim-hoca

[3] Bilgin M. Şemsettin, Adıyamanlı Şairler s.153

[4] Şairin bu beytinden, “divan” sahibi olduğu anlaşılmaktadır.

[5] BÂZ: Arapça yırtıcı Doğan kuşuna derler. Allah, uyarmak istediği kullarının üzerine, avcı niteliğindeki Doğan kuşu gibi olan velîlerini salar. Bunlar, avı yakalar, sülük ettirir. Mevlâ'sının önüne bırakır, yani hedefe eriştirir. Abdülkâdir Geylânî, Seyyid Ahmed Rıfaî, Hoca Bahâeddin vs. gibi büyük sufiler için el-Bâzü'l-Eşhel tâbiri kullanılır ki, bu, tuttuğunu koparan Doğan kuşu demektir. Adı geçen zatların manevî gücünün çok fazla olduğu, bu tâbirle açıklanır. Yani, maneviyatta üstün güç sahibi veliler, ellerine geçen avları, sahipleri olan Allah'ın huzuruna getirip bırakırlar.

[6] Gavs: Arapça, yardım etme, imdada yetişme demektir. Bunun yerine "kutub" da kullanılır. En yüksek manevî makamdır.

[7] Necm Suresi, ayet 9

İki yay kadar veya daha yakın. Kavs: Bilindiği gibi yay demektir.

Kâb da yayın kabzası ile kiriş kısmı olan iki köşe aralığına denir ki bir yayda iki kâb mevcuttur. Bazı âlimler de bu mânâya dayanarak kalb etmek yolu ile bir yayın iki kabı 'nın olabileceğini de söylemişlerdir