-10 milyonun olsaydı bir milyonunu bana verir miydin?

-Sen benim çocukluk arkadaşımsın.10 milyonum olsa tabii ki bir milyonu hiç düşünmeden sana verirdim.

-10 tane evin olsaydı bir tanesini bana verir miydin?

-Hem de seve seve verirdim.

-10 tane araban olsaydı bir tanesini bana verir miydin?

-Tabii ki verirdim.

-10 tane teknen olsaydı bir tanesini bana verir miydin?

-Kesinlikle verirdim.

-10 tane cep telefonun olsaydı bir tanesini bana verir miydin?

-Verirdim.

-10 tane gömleğin olsaydı bir tanesini bana verir miydin?

-Vermezdim.

-Nasıl yani?

-Vermezdim.

-Milyonlarını, arabalarını, evlerini, teknelerini, yazlıklarını paylaştın benimle. Gömleklerini niye paylaşmıyorsun?

-Çünkü benim 10 tane gömleğim var, diğerleri yok.

Wawww! Dedirtti bana bu yalın gerçek. İşte aynı ben! Hatta bu benim uyanık versiyonum. Ben riyakârca davranıp Yüksek Gücüme çelme takmaya çalışıyordum. Belki bu kadar etkilendiğime göre arka planda devam ediyordur. Bilemeyeceğim.

-Mış gibi yapmak deyince ya da modelleme, belki bu yüzden bu kadar tepkiliyim. Çünkü kavram kargaşası yaşıyor benim zihnim. Tamam, hepsi birbirinin içine girmiş. Karıştıran ben olduğuma göre de çözebilecek tek kişi benim. Öyleyse somut örneklerden yola çıkayım.

Kitaplar benim için olmazsa olmaz zaaflarımdan biri. Okey, güzel bir zaaf da olabilir. Fakat aç gözlülük derecesinde olunca oraya bir bakmak gerekir diye düşünüyorum. Kitap konusundaki zaafım o kadar belirgindi ki başkalarına hediye alırken hep kitap alırdım. Gözetmezdim onların arzuları neler. Bugün de kitap almayı önemsiyorum ama diretmem biraz yumuşadı. Bunu bana iyi gelen onlara da iyi gelsin diye yaptığım gibi, bugün fark ettiğim bir şey Yüksek Gücümle de pazarlığa oturmakmış. Veriyorum ki göresin. Örneğin güzel paralar kazandığım günlerde, kıyı semtlerde ekonomik durumu iyi olmayan derslerine girdiğim üç sınıfın öğrencilerini kitap cafeye götürüp hem içecek bir şeyler ısmarlayıp hem de istedikleri birer kitabı hediye olarak almıştım. Dışarıdan bakıldığında güzel bir davranış. Pişman da değilim. Fakat alttaki motivasyonum farklı olsaydı keşke. Bu kadar hayal kırıklığı yaşayıp acı çekmezdim.

Şöyle ki ben bu ve bunun gibi davranışları sergilerken aslında bilinçli olarak yapmasam da beklentimi bugün fark ediyorum. Onu da yine aklımda yer etmiş en büyük öğretmenlerimden biri olan annemle diyaloglarımızı anımsayınca anlıyorum. Ben böyle bol kepçe dağıttıkça o kızardı. Onun felsefesine göre suyun başı akarken tutulmalıydı. Ben de kendi okuduklarımdan yola çıkarak verdikçe çoğalacağına olan inancımı dillendiriyordum hep.

Tabii süreçte onun dediği oldu ben kitap dilenciliği bile yaptım. Ufak tefek bana da kitap hediye edildiği oldu ama bu bana hiçbir zaman yetmedi. Bugün de kitaplara kendime göre bütçe ayırıyorum ama yetmiyor. Hep korkuyla alıyorum. Korkuyorum ama alıyorum. İyi ki de alıyorum. Çünkü cılız da olsa umut kapının aralığından sızıyor. Boğulmuyorum kendi karanlığımda. İnşallah motivasyonum da gittikçe saflaşır da iyi niyetimden emin bir şekilde kitaplarla ilişkimde arayı düzeltirim, dengeye gelirim. İnşallah!

Denge deyince de aklıma geçenlerde sosyal medyada paylaşılan ve benim de çok beğendiğim, özdeşleştiğim bir paylaşım olduğu için ’aynı ben‘ diyerek paylaştığım şu sözleri burada da paylaşayım hemen:

“İlişkileri çiçek yetiştirmeye benzetiyorum/ birimiz suyunu veriyoruz/ birimiz güneş oluyoruz ona/ dengeler bozulursa/ ya çürütürüz ya yakarız/ hiç ilgilenmezsek solar gider/ bir meyve beklemiyoruz/ bir şey yemeyeceğiz ama onu izleyeceğiz/ kokusunu hissedeceğiz/ rengine bakacağız güzelliğine/ bize mutluluk verecek rüzgârda olan hareketi/ kuruturum korkusuyla evine çiçek almayanları/ üzülürüm korkusuyla hiçbir ilişki yaşamayanlara benzetiyorum/ tabii ki dengeler bazen şaşar/ ama hayat bence tam da bu/ bir dengesizlik hali içinde dengeyi bulmaya çalışmak.”

İşte bu! Anlayana sivrisinek saz/ Anlamayana davul zurna az! Teşekkürler.