Recep, Bistikan, Artan Gezisinden Geriye Kalanlar-1-

Abone Ol

Hafta sonu oldu mu, mümkün olduğunca şehir de kalmamaya çalışıyoruz.

Kimi zaman ailece, kimi zaman arkadaşlarla şehrin dışına çıkıp, bilinmedik yerleri keşfetmeye çalışıyoruz. Yeme, içmenin ikinci planda olduğu gezmelerde, yeni yerler, yeni yüzler, yeni insanlar tanımaya çalışıyor ve memleketimizin en ücra köşelerinde ki güzellikleri aramaya başlarız. Gittiğimiz güzergâhımızı, bir an da değiştirebiliyoruz. Zaten kaptanımıza,“oraya gitmeyelim!” desek, bir bakmışız ki o yolda ilerliyoruz. Kötü mü oldu, hayır, elbette iyi oldu. Yöneldiğimiz gezi güzergâhı, belki fazlaca gitmediğimiz bir yerdi. Zaten gittiğimiz yerlerde, pınarlar ve sulak alanlar, yani dere, ırmak veya çaylar varsa, bizim için yeterli olabiliyor. Dağ, orman, doğa yeşilliği varsa, temiz hava ve arkadaşlar da kafa dengiyse, değme keyfine, zamanın nasıl geçtiğini bile anlayamazsınız.

Gideceğimiz yerin orman olabileceği ihtimaliyle, yangın tehlikesinden dolayı, et dışında ki sebze meyve, ekmek gibi yiyeceklerle yetinmek istedik. Adıyaman’dan, Çelikhan istikametine doğru yola çıktığımızda, çocukların yanımızda olması yolculuğu daha da zevkli hale getiriyordu. Yılan gibi kıvrılan keskin virajlı yolda, her dönemeçte, bir o yana bir bu yana sallanırken, yine gideceğimiz yerden vazgeçerek, Recep köyü tarafına yöneldik.

Aslında, az öncesinde gittiğimiz birkaç pınarın ve sulak alanın hınca hınç dolduğunu gözlemledik. Belli ki insanlar şehirden sıkılmış ve rahatça nefes alabilecekleri yerlere akın etmişler. Kimisi çoluk çocuğuyla, kimisi arkadaşlarıyla bir yerlere kurulmuş, temiz havanın, soğuk suyun serinliğinin keyfini çıkarıyorlardı. Mevcut birçok pınarın suyunun kesildiği bir ortamda, kalan yerlerin de bu kadar kalabalık olması beklenir bir manzaraydı.

Asfalt, ama dar olan yoldan ilerlediğimizde, yeşillikler arasında yer alan çeşitli meyve ağaçları vardı. Öyle ki yolda bir İncirin altında durarak, arabanın kapı camlarını indirip, uzanarak incir bile kopardık. Recep köyünün sırtını dayadığı Akdağ’dan kopup gelen buz gibi suyun azalmış olduğunu görmek, doğrusu insanı üzüyordu. Daha önce gören arkadaşımız, yukarıdan gürül gürül, köpüklenerek akan buz gibi berrak suyun aktığını söylemesi, durumun ne kadar da vahim olduğunu gösteriyordu. Köyün üst tarafında, suyun kenarında hayvan çiftliklerinin yapılması ve yol için su akarının bozulmasıyla, sanki su kızmış ve yönünü değiştirmiş gibiydi. Suyun bir kısmı ancak depoda toplanarak, belki içme, belki de sulama amaçlı kullanılıyordu. Arta kalan sularda, kurumuş derede, bazı taşların altından kaynayarak çıkıyordu. Gerçekten su buz gibiydi, belli ki Akdağ’ın zirvelerinde saklı karların erimesiyle, aksu çok soğuk bir hal almıştı.Soğuk sudan içip, biraz suyla oyalandıktan ve çocuklar oynadıktan sonra, devam etmeye karar verdik.Yolda giderken, toprak alanların fazla olmaması dikkatimizi çekiyor.Genellikle küçük ve ardı ardına sıralanmış toprak alanlar ya da greyderle, dozerle düzeltilerek, ekime, ürün yetiştirmeye elverişli hale getirilmişküçük küçük arazi parçaları vardı. Köylüler bu küçük alanlarda, sebze, meyve, özellikle tütün ekmişler. Bu da tütünün Adıyaman için nasıl da vazgeçilmezi, olduğunu ortaya koyuyordu.Özellikle dağ köylerinin tütünden başka geçim kaynağının olmadığını, yemyeşil görünen tütünlerin ekili olduğu bu küçük yerlerden anlayabilirsiniz. Köyü geçtikten sonraki inişte, yolun kenarındaki Çınar ağacınınyanında durduk.Yolun üst yanında, taşlarla yapılmış duvarın içine yerleştirilen borulardan akan, yine buz bir su çeşmesiyle karşı karşıyaydık.

Çeşmenin başına yerleştik. Su soğuktu, hava güzeldi, sıcaklık denen şeyi geride bırakmıştık. Yolda gelip geçen araçları saymazsak, ortalık sessiz ve sakindi. Çevre yeşilliklerledonatılmıştı. Yolun alt tarafı, yeşil ağaçlar altından, çevre alanlardan ve Çelikhan yolu üzerinde kurulmuş HES’ten akan fazla suların aktığı Recep çayı vardı,

Gittiğimiz yerde, ilk olarak çevrenin temizliği dikkatimizi çeker. Burada da yanı görüntüye dikkat ettik. Ne yazık ki beklediğimiz gibi değildi. Fazlaca oturup, dinlenecek yer olmasa da, gelip su içenler, bir şeyler yiyenler, kalan tüm artıklarını suyun etrafına veya yolun alt tarafına, ağaçların altına atmışlardı. Yolun altındaki ağaçların altı âdeta çöplüğü aratmıyordu. Pet şişeler, bardaklar, tabaklar, naylon poşetler, paket kâğıtlar, çeşitli içecek kutuları, cam şişeler ve kırıkları en çokta çocuk bezleri, yenilemeyen yemek artıklarıyla kaplanmıştı.Anlaşılan burada da insanımızın kronikleşmiş çevre kirliliği rahatsızlığı nüksetmişti. Bir türlü bu hastalığın çaresi bulunamadı ve insanlık bu rahatsızlıktan kurtulamadı. En çok da dışarıdan buraya piknik amaçlı gelenlerin kirlettiği kanaatini sahibiz.Sanırım çevre kirliliğinde üstümüze yoktur.

Bir ara, çevre kirliliğinin olduğu bir alanda; “lütfen çevre kirliliğine dikkat edelim, biraz hayvanlaşalım!” diye bir tabelaya rastlamıştım. Yani, demek oluyor ki insanlar, hayvanlardan daha çok doğada çevre kirliliği yapıyor. Çınar altındaki Pınarın başında iliklerimize kadar serinlemiştik. Getirdiğimiz yiyecekleri soğuk su eşliğinde yedik. Aslında burada mangal yakmak, sac kavurma yapmak vardı, ama neyse, artık başka bir zamana! Arkadaşlar serin havanın ve soğuk suyun serinliğinin verdiği rehavetle çoktan kendinden geçmiş, uyuyakalmışlardı. Yoldan geçen araçların çıkardığı sesler ve gürültü de onları etkilemiyordu.

,,,Devam edecek.

Kerim BAYDAK

kbaydak61-artan@hotmail.com