Zeytin ağaçlarını kökünden söktünüz, ormanlarımızı yaktınız…
Yalnızca ağaçlar değil, geleceğimiz de kül oldu.
Peki, biz bu yanan ciğerlerle nasıl temiz bir nefes alacağız?
Kaz Dağları’nı madene kurban ettiniz, dereleri kuruttunuz, toprağın bereketini yok ettiniz.
Doğanın dengesiyle bu kadar oynanır mı?
Unutmayın, doğa affetmez.
Doğanın intikamı; sellerle, kuraklıkla, yangınlarla ve nefessiz kalan nesillerle gelir.
Mutluluk Endeksi'nde her geçen yıl daha da geriye düşüyoruz.
Çünkü insanlar artık gülmeyi değil, hayatta kalmayı düşünüyor.
Yoksulluk diz boyu, adaletsizlik her yerde.
Çocuklar sabah kahvaltısız okula gidiyor, sofralara et girmiyor.
Bir kilo meyve, bir şişe süt lüks oldu.
İnsanlar geçim değil, hayatta kalma savaşı veriyor.
Üniversite bitiren gençlerimiz umutla değil, işsizlikle mezun oluyor.
Diplomalar, hayal kırıklığı belgelerine dönüşmüş durumda.
Yıllarca okuyan genç, iş bulamayınca evde suskunlaşıyor, ailesiyle çatışıyor, ülkesinden uzaklaşmak istiyor.
Beyin göçü değil bu sadece, bu bir umut göçü.
Tatil mi dediniz?
Artık bir hafta ailesiyle bir sahil kasabasına gitmek, temiz hava solumak, bir otelde konaklamak birçoğumuz için ulaşılamaz bir hayal.
Tatil, emekçinin hakkı olmaktan çıktı; zenginlerin ayrıcalığı haline geldi.
İnsanlar artık güzel yaşamayı geçti, sağlıklı beslenmeyi bile hayal edemez oldu.
Bu kadar ekonomik çöküşün, sosyal çürümüşlüğün, çevre katliamının içinde,
insan nasıl mutlu olabilir ki?
Toplumun moral kaynağı olması gereken doğa yok ediliyor, gençliği umut olması gerekirken yalnızlaştırılıyor, aileler geçim derdinde parçalanıyor.
Ve soruyoruz:
Ne kaldı elimizde?
Temiz hava yok, temiz gıda yok, iş yok, adalet yok, gelecek yok…
Ama hâlâ bir şey var:
Umudumuz. Umudu birlikte büyütmek !...