Mesele çapulculuk değil, görevin ifası!

Abone Ol

 

Gözünüzün önünde olan olayları izleyip, izlediğiniz şekilde değerlendirilmeyeceğini sanırım artık herkes biliyor. Ama bir şeyi bilmekle, onu yapmak farklı şeyler. Türkiye’de maalesef hafızamız bize oyun oynuyor. Sürekli benzerlerinin sahnelenmesine şahitlik etmemize rağmen “bu defa” diyerek farklı bir şeyler bekliyoruz.
Ama boşuna…
Senaryo aynı, hatta oyuncular aynı, destek verenler aynı, kalleş artisti de, başrol oyuncusu da aynı…
Figüranların bir kısmı “hangi filmde oynadığını” bilerek ve bunun ücretini alarak oynuyor. Bir kısmı ise “filmin çekildiğinden habersiz” rolünü icra ediyor. “Bu filmi daha önce gördük” lafını bazen en sona bırakıyoruz, bazen ilk başta uyanıyoruz.
Bunu sona bırakmanın sakıncaları var.
Kendinize bile söyleyemeyeceğiniz bir zaman diliminde uyanabilirsiniz.
Üzerinize atılan anlamsız bir suçla “nasıl bir suç makinası” olduğunuza sizin bile şaşıracağınız güne uyanabilirsiniz.
Elleriniz kelepçelenir, karşısına çıkacağınız bir hâkim, sizi savunacak bir avukat, iddiaları yüzünüze okuyacak bir savcıya bile hasret kalırsınız…
Neler olduğunun farkına bile varmazsınız.
Belki kulağınıza gelir, konuşmalardan anlamlar çıkarırsınız; hükümet yıkılmıştır, darbeciler yönetime el koymuştur, siyasiler sürgün edilmiş, belki ipe bile yollanmıştır.
Belki de bu en iyisi…
Zira iç savaşın ortasında da kendinizi bulabilirsiniz. Kardeşinize kurşun sıkacak halde görürsünüz ve şaşırırsınız. Komşunuzdan korkar, eşinizden ürkersiniz.
Bütün bunlar şaka değil elbet. Bir korku senaryosu hiç değil. Sahneye konan oyunun iki farklı finali ama mutlu sonla biteni de var…
O da bu milletin kendi elinde…
***
Sözü masum bir yeşil eylemin sonuncunun nereye geldiğine getireceğim.
Gezi Park eylemine ilk polis müdahalesi sonrası sokağa taşan eylemi gördüğümde “Ergenekon’un parmağını değil, gövdesini gördüm” diyerek masum eylemcileri de uyarmıştım.
Israrla bunun demokratik bir tepki olduğu söylendi. Hatta halk ayaklanması diyen oldu. AK Partinin diktatörlüğüne bir başkaldırı şeklinde yorumlandı. Tabi bunlar filme yapılan kurgudan başka şey değildi. Zira Ergenekon, Taksim’deydi…
İsterseniz olaylara bakarken, kolay yorumlanacak ipuçlarını vereyim…
Öncelikle olayı kimlerin desteklediğini iyice öğrenmek gerekiyor.
Mesela medyanın hangisi bu olayın içinde, hangisi kışkırtıyor, hangisi destekliyor?
Sonra “para babaları” dediğimiz kesimin bu olayda tarafı ne?
Gönlünde darbe yatan aslanlardan başını kışladan çıkaran var mı?
Çeşmenin başını tutan ve adına “sanatçı” denenler hangi tarafta?
Ulusalcıları elbet unutmayacağız…
Bir de CHP’yi…
Hani Ergenekon’un avukatlarını…
Hepsini yerli yerine oturttuğunuz zaman Ulusal TV’yi, Halk TV’yi ve Oda TV’yi de yerlerine yerleştirdiğinizde karşınıza ürkütücü manzara çıkabilir.
Onu da zaten “darbeci medya” en güzel şekilde icra ediyordur…

O zaman asıl oğlanlar gelecek demektir.
Bu genellikle “taşeron” olarak iş yapan örgütlerdir.
Filmi iyi incelediğinizde, oyunculuklarıyla göz dolduran bu örgütleri öne çıkarabiliyorsak, filmin ana fikrini çözebiliriz. Ana tema tamamsa, filmin finali de aşağı yukarı belli gibi. İşte burada senaryoyu kuranların hesap etmedikleri, filmi tersine çevirebilir.
Ne yaparlar?
Biz bu filmi daha önce görmüştük” deyip, sinema salonunu terk ederler…
Film seyirci bulamaz.
Ama sanki seyirci varmış gibi yayın yapan medyaları var, üstüne de sosyal medyaları…
***
Taksim’de eylemcileri kışkırtan eli silahlı ve telsizli birisi yakalanmıştı. Doğan medyası, bunun sivil polis olduğunu yaydı, sosyal medya karıştı.
Sonra öğrenildi ki, o kişi Devrimci Karargâh Terör Örgütü üyesi…
Ulaş Bayraktaroğlu, Molotof atıyordu, halkı kışkırtıyordu, terör örgütü üyelerini yönlendiriyordu.
Kim bu adam?
Devrimci Karargâh davasında 30 yıl hapis istemiyle yargılanıyor…
Kankiler OdaTV ve Doğan grubu mu?
Peki bu kez kimin taşeronluğunu yapıyorlardı. Özel Harp Dairesinin mi, Beyaz Kuvvetlerin mi, yoksa direkt olarak Ergenekon Terör Örgütünün mü?
Şimdi taşları yerine koyun; CHP neden bu kadar olayın içinde, ulusalcılar neden bu kadar aktif, darbeciler neden ellerini ovuşturuyor, İsrail’in neden ağzı kulaklarında, halkla hiç barışmayan sanatçı bozuntularının orada ne işi var, her zaman halkı provoke eden gazeteci ve yazarlar Taksim’de gezide mi?
Çünkü mesele çapulculuk değil, aldıkları görevi ifa ediyorlar…
Onlar görevini yapıyor, biz de görevimizi…
Çünkü Taksim’de “meselenin ağaç olmadığını” bilenler, bu oyunu bozacak olanlardır!
 
Twitimden seçmeler
Bir şeyi değiştirmek, ancak daha iyisiyle bir anlam kazanır. “Bu gitsin yerine ne gelirse gelsin” demek, daha kötü bir sonuca razı olmaktır.
www.naifkarabatak.net