Koltuk Altı

Abone Ol

Dershanecilik deneyimim benim noktalama işaretleri ile aramı biraz olsun düzeltti. Minnettarım. Bu deneyimimin, kitap okuma zevkime zararı dokunduğunu düşünsem de noktalama işaretleri ile ilgili katkısı yadsınamaz. Özellikle bu sıralar noktalama işaretleriyle oldukça iyi aramız. Nerden mi anladım?
Geçenlerde bir arkadaşımla sohbet ediyorduk. Söz gelip Elif Şafak’ın “Sanma ki Yalnızsın“ adlı kitabına dayandı. Bunu bir mesaj olarak kabul ettim ve eve gelince ilk işim o kitabı kitaplığımdan çıkarıp orta yere koymak oldu. Gelip geçtikçe okuyorum. Arka kapaktaki yazıda alıntılayacağım paragrafı okuyunca gözüm gönlüm açıldı. Anladım ki noktalama işaretleri ile aram iyi. Şöyle diyor paragrafta:
“...
Sana noktalardan güller, virgüllerden bülbüller, ünlemlerden yaylalar, noktalı virgüllerden dağlar ve ovalar yaptım. Her bir imla işaretini özenle ekledim isminin büyüsüne. Çünkü sevmek, yeni bir dil inşa etmek demek. İki kişilik bir dil. Çünkü aşkın olduğu yerde muhakkak kelam vardır, sessizlik değil.”
Buradaki aşkı şu sıralar yaşadığım Yüksek Gücüm’e olan aşk üzerinden ele almak istiyorum. Hayatımın altüst olduğu bir dönemden geçiyorum ve onun beni nasıl koruyup kolladığını gördükçe sevgi, güven, inanç tazeliyorum. Şükürler olsun.
Hani Şems Tebrizi’nin “Nereden biliyorsun altının üstünden iyi olmayacağını“ dediği gibi ben de bu sözü anımsatıp kendime merakla yola devam ediyorum. Böylece yazı malzemem de çoğalıyor. Kelamım oluyor sizlerle paylaşacak. Aşkım büyüyor, boy veriyor tıpkı masallardaki kökü derinlerde dev ağaçlar gibi gökyüzüne salınıyor bütün endamıyla. Ne güzel!
Şimdi başlıktaki ‘alt‘ sözcüğü biraz olsun kendini sezdirdiğine göre gelelim ‘koltuk‘ sözcüğüne. Çocukluğumun ilk yıllarında divanlarımız vardı bizim üstüne oturduğumuz. Daha doğrusu oturamadığımız ama karşıdan hayran hayran izlediğimiz diyeyim. Çünkü annemin çin iğnesi nakışından tutun da bir sürü emek vererek işlediği o güzelim divan örtüleri bozulmasın, kirlenmesin diye ancak misafirler geldiğinde kıyısına huzursuzca iliştiğimiz divanlardı onlar. Fakat divan altlarına yasak yoktu ki oraları bir suç işlediğimizde saklandığımız yerler olabiliyordu. Hatta oralara erişemediğimizde başımızı yorganın altına sokunca da görünmez olabileceğimizi sanıyorduk. Hele gözlerinizi kapar da görmezden gelirseniz tehlikeyi, onun da sizi görmeyeceği gibi bir yanılsama içerisindeydik. Sokaklar da çok büyük olduğu için yaşımıza göre ağaç altları ya da bezlerle kurduğumuz derme çatma çadırlar hep kendimizce oluşturduğumuz güvenli alanlar olmuş. Çocuk aklı işte!
Silah bulundu mertlik bozuldu misali divanlar gitti koltuklar girdi hayatımıza ve ne yazık ki genelde onların alçak oluşu nedeniyle altlarına giremez olduk. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi ortada kala kaldık. Neyse ki biraz büyüyüp serpildiğimiz için dünyamız da büyümüştü ve saklanacak yeni yerler keşfedebildik.
Tabii ‘koltuk altı‘ isim olarak da kullanılıyor. Yani kol ve omzun birleştiği çukur alanın adı gibi. Orası da hep gizlilik ifadesiydi bizler için. Temiz olması gerektiği gibi teşhir de edilmemesi gerekirdi. Küçükken yine sığınmak istediğimiz bir yer olarak da anılarımızda yer alabilir. Fakat benim yaş aldıkça gözlerimin takıldığı görüntü sarıp sarmalamak şefkatle. O yüzden terapistimin önerisi ile de haftalardır şu olumlama cümlemi söylüyorum:
“Dünyada kadın ya da erkek şefkatli insanlar var. Ve (her ne kadar cümle başında ‘ve’ kullanmak istemesem de burada bir anlam yüklediğim için yazmak zorunda hissettim kendimi) bu şefkati cezp edecek şefkat bende var.”
Çocukluğumda alçak kaldığı için sığınamadığım koltuk altları gibi belki de o yüzden sığınacak bir koltuk altı bulamadım kendime. Tabii Yüksek Gücüm hariç. Onunla yaşadığımız aşk inişli çıkışlı olsa da bambaşka. Şükürler olsun!

{ "vars": { "account": "UA-91479741-1" }, "triggers": { "trackPageview": { "on": "visible", "request": "pageview" } } }