Bazen durup etrafa bakıyorum...
Birinin sofralarında israf, bir diğerinin ekmeğinde gözyaşı.
Bir yanda altın musluklar, bir yanda musluğu akmayan evler…
Birileri lüks içinde yaşarken, birileri sadece hayatta kalmaya çalışıyor.
Peki neden?
Neden bu kadar adaletsizlik var?
Zengin daha da zengin olurken, fakir neden her geçen gün daha da eziliyor?
Bazı çocuklar oyuncaklarla oynarken, bazıları çöplüklerde ekmek arıyor…
Bu uçurumları kim yarattı? Bizi bizden ayıran neydi?
Alın teriyle yaşayanlar neden hep geri planda?
Kimi üç maaşla geçinemiyor,
kimi tek lokmasını evladına yediriyor.
Kimi servetini saklayacak yer ararken,
kimi bir mont alamadığı için utanıyor.
Bu mu hayat? Bu mu düzen?
Dünya hep güçlüye mi ait?
Oysa adalet, insanlık içindi.
Oysa paylaşmak, insanı insan yapan değerdi.
Bir çocuğun hayali sıcak bir yuva,
bir annenin duası bir kap yemekse…
Ve hâlâ göz göre göre bu adaletsizlik sürüyorsa,
söyleyin, hangi başarı, hangi zenginlik gerçekten anlamlı?
Her gün kadınlar öldürülüyorsa,
çocuklar kendini güvende hissedemiyorsa,
insanlar savaşlarda, açlıkta, soğukta ölüyorsa…
Dünya adil değil, çünkü insan adil değil.
(Ama iyi insanları tenzih ederim; onların varlığı hâlâ umut veriyor.)
Belki bir gün…
Hak yerini bulur, adalet gerçekten hayatın her köşesine dokunur.
Her zaman dediğim gibi:
Adalet yalnızca mahkeme salonlarında değil,
hayatın her alanında hissedilir olmalıdır. O zaman adil bir dünyada hep beraber insanca yaşarız. Kalın sağlıcakla...