Anne olmak ya da ebeveyn olmak zor zanaat doğrusu. Son nefesine kadar kendini geliştirmen gereken bir alan. Üstelik hiçbir zaman kendini yeterli bulamayacağın, “ şimdi içime sindi “ deyip derin bir oh eşliğinde, karşısına geçip çayını yudumlayamayacağın bir iş. Tabii sanat mı, yoksa zanaat mı orası da tartışma götürür bir konu. Fakat şu an itibarıyla bana zanaat olması daha yakın geliyor.

Uzun uzadıya zanaat olması üzerine düşündüklerimi paylaşmayacağım. Sadece daha usta- çırak ilişkisini andırdığı için, belki de bir önyargı ile daha avam ve böylece kendime daha yakın hissettiğim bir kavram olduğu içindir. Net değilim.

Zaten burada değinmek istediğim de o değil. Amacım, bir yazıdan yola çıkarak kendimi paylaşmak yine. Eğer olabiliyorsa; bir de “ ben yaptım, siz yapmayın “ demek üstü kapalı da olsa.

Ben emekli bir öğretmenim. Sayısını bile tespit edemeyeceğim öğrencinin yaşamına dokundum. Başarılı hissettiğim de oldu başarısız da. Fakat hem ebeveyn olarak hem öğretmen olarak kendimi başarısız hissettiğim bir alan var; o da oğlumun okumaması.

Çok canımı yakıyor bu yetersizlik duygusu. Bir türlü içime sindiremiyorum. Kendi kendime; “ Kızım bak, terzi kendi söküğünü dikemezmiş diye boşuna söylememiş atalarımız. “ desem de kanmıyor gönlüm. Benim oğluma, o çok yaygın olan “ hiperaktif- dikkat dağınıklığı “ tanısı konulmuştu. Resmen yıllarca boğuştum sistemle ve tabii oğlumla. Ta ki her ikimiz de yorgun düşünceye kadar. Bugün dışarıdan baktığımda tam bir çıldırmışlık hali görüyorum. İşte bir dergide okuduğum “ çocuk gelişimi “ ile ilgili bir yazı beni o yıllara geri götürdü. O yazıdan bir parça olsun aktarayım istedim. Belki birilerinin işine yarar diye.

“ Topraktan çıkan ve filizlenen tohum ( BEBEK); bu kez büyüme yolunda kendisini bilen bir bahçıvana ( EBEVEYN ) ihtiyaç duyar, bu zorunludur.

Anne- babanın çocuğunu tesirsiz büyütme zorunluluğu, bir bahçıvanın filizlenen bu çiçeğin ne olduğunu bilmesi ve ona göre bakımını yapması zorunluluğuyla eşdeğerdir. Anne babanın toplumsal kölelikten dolayı asla anne- baba gözüyle değil de toplumun gözüyle çocuklarını seyretmelerinden dolayı, kendi ulaşamadıkları hayallere göre çocuklarını yetiştirmeleri de; bir bahçıvanın bahçesindeki “ gül “ hakkında “ bu karanfil çiçeği olacak “ niyetiyle “ gül “ filizine “ karanfil “ muamelesi yapmasıyla aynıdır. Ve maalesef o “ gül “; bahçıvanın bilgisizce müdahalesiyle “ karanfil “ olamayacağı gibi, özündeki “ gül “ olma özelliğini de kaybedecektir.

Karganın bilinen bir hikâyesi vardır: Derler ki; karga, bir gün serçenin yürüyüşüne özenmiş ve başlamış zıplamaya. Tabii kendi yürüyüşünü de unutmuş ve serçe gibi de asla zıplayamamış. Çünkü karga kargadır. Ve karga, artık serçe gibi arada sırada zıplar, arada bir de çarpık çarpık yürür olmuş. Ama asla eski özüne dönememiş.

Kendi özlerini dış tesirlerin etkisiyle kaybetmiş, hayatı toplumun gözüyle seyreden ve devamlı olarak kendi ahlakı, yargılayışı değişen ebeveyn de çocuğunun kendi kabiliyetince büyümesine engel olduğu gibi asla kendi hayallerindeki gibi olmamasına da zemin hazırlayacaktır.”

Not: Aktarılan bölüm; “ popüler psikiyatri “ dergisi, bölüm “ çocuk gelişimi “ , yazar “ psikolog Hilal İNAN- Eyüp BAĞ “ ‘ dan alıntıdır.