Yürüyorum, karşıdan bir kadın geliyor. Köpeğini gezdiriyor. Dayanamıyorum, sevmek istiyorum. Kadın, memnuniyetle kabul ediyor.Basık burunlu köpeklerin genelde salyası akar.Kadın, hemen köpeğin salyasını temizliyor, tiksinmeyeyim diye.Tıpkı, çocuklarının elini yüzünü temizleyip okşanmaya hazırlayan anneler gibi. Duygulanıyorum. Sonra, köpekten izin isteyip okşuyorum onu. Basık burunların bir özelliği de, yüzlerini avuçlamaya kalktığınızda, avucunuzun içi dolar. Bu benim çok hoşuma gider. Avucumun içi dolunca, gönlüm de doyar. Bazılarımız böyle iflah olmaz sevgi arsızlarıyızdır işte.

Sabah yürüyüşündeyim.Henüz ortalık sakin.Bir genç “ Bana bak!” dedi sert bir tonla. İrkildim. Bana mı, diyor; tehdit mi algılamalıyım?Kaçsam mı?Yanıtlasam mı?Derken, bir ara gencin temiz pak yüzü, kılık kıyafeti imdadıma yetişti.Sakinleştim. Şükürler olsun!

“Evet, buyurun.” Dedim. “İzban’ a nasıl gidilir buradan?” dedi.

Neyse yanıtladık sorusunu.Aksanına dikkat ettim, yabancı mıydı, acaba? Diyerek.Bir şey fark etmedim. Dile değil belki, ama nezakete ve inceliğe uzak olduğu kesindi.

Argos’la bir başka yürüyüşteyiz yine.Argos aparatında, ben de yanında yürüyorum. Bir çocuk da karşıdan bisikletiyle bize doğru geliyor. Annesi de yanında. Annesine diyor ki;" Köpek de bak bisikletine binmiş."

Felçli bir köpeğin, tekerlekli aparatına ne güzel bir bakış  açısı!