Yangın mevsimi yine geldi. Her an sanki yangın çıkacakmış gibi bekler dururuz. Sanki kendimizi şartlandırmışız.Her yıl, bu günler de ve bundan sonra ki muhtelif günlerde, yangınlarla karşı karşıya kalırız. Yangınlar çıkmasın diye gerekli tedbir ve önlemleri almaya çalışırız belki; ama ne kadar başarılı sayılırız tartışılabilir.

Sadece devletin ilgili kurum ve kuruluşlarının tedbir alması yeterli mi? Belki yeterli görülebilir. Ancak esas mesele her şeyin sebebi de, çözümü de kendisi olan insandır. İnsan, ormanın faydalarının olduğu bilinç ve ruhuna sahip değilse, her şeyi yapması beklenir.

Bir ağaç yanınca, yüreğim/yüreğimiz yanar. Bir orman yanınca, âdeta ruhum/ruhumuz mengeneye sıkışır, boğazımız sıkılır, nefes alamaz duruma gelip, her an boğulacakmış gibi olurum/oluruz; ama ne hikmetse, buna sebep olanlar hıç tınmaz, oralı bile olmazlar. Sanki daha çok ağacın yok olması onları mutlu ediyor gibidir. Belki de yangın alevleri karşısında durarak kıskıs gülüyorlardır.

Ağaçları yok etmek... Bir canlının hayatına son vermek, ne kadar da zordur. Tabi bunu anlayabilen için geçerlidir.Nasıl bakarken yürekleri sızlamaz. Bilerek veya bilmeyerek çıkartılan her yangında ömrümüzden, yaşadıklarımızdan, yaşayacaklarımızdan sahip olduklarımızdan çoğu yok olup gider.Gider de bir türlü farkına varmayız/varamayız.

Son günlerde, sürekli yangın haberleriyle sarsılır olduk. Görsel ve işitsel medya organlarına hiç bakmak istemiyorum. Çünkü baktıkça ve çıkan yangınları gördükçe kahroluyorum. Belki o an da, sebep olanlara kahrediyorum, ama ne çare, giden gidiyor.Yıllarca bir çocuk büyütür gibi el emeği ve göz nuruyla yetiştirilen ağaçlarımız bir bir yok olmakta, âdeta çölleşmeye doğru yol almaktayız.

Hele orman yakarak, arazi edinmek veya ev yapmak amacıyla yapanlar yok mu!... Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. “Arazi edinmek için de orman yakılır mı, ağaçlara kıyılır mı?” demeyin.

Hem de öyle olur ki!..

“Yıllar önce, öylesine bir hadiseyle karşı karşıya kaldım. Tabi gitmemem neticesinde şikayette bulundum, ancak yine olanlar bana oldu.

Çalışmak amacıyla birkaç arkadaşımla Akdeniz’e kıyısı olan bir ile gitmiştik. Ne iş olsa yapacaktık. Öyle kararlaştırmıştık. Ancak iş bulmakta hayli zorlanıyorduk. Tam ümidi kesmişken, kabul edilmesi mümkün olmayan bir teklifle karşı karşıya kaldık. Adam bize “orman yakacağız, ama öyle bildiğiniz gibi büyük bir yangın çıkmayacak. Sadece kontrollü, küçük çaplı bir yangın olacak” demişti. İlk başta hiç birimiz kabul etmedik.Ancak daha sonra “parasız kalmayalım!” diye diğer arkadaşlar kabul ettiler. Gece geç vakitte ormanın yerleşim birimine yakın olan bölümünden küçük çaplı bir yangınla hatırı sayılır bir arazı meydana gelmişti.

Düşünebiliyor musunuz?..

Yıllarca emek verilip, tam da işe yarar duruma gelen gencecik çam fidanlarını yakmışlar ve başka amaçlı kullanmak için arazi ortaya çıkarmışlardı.

Gitmediğim gibi, “sabah gidip karakola bildiririm” diye beklemiştim. Sabah ilk işim karakola gitmek oldu. Karakola girdiğimde, gözlerime inanamadım. Ormanı yaktıran kişi, tam karşımda oturuyordu. Ne diyeceğimi şaşırdım. Daha ağzıma açmadan, adam konuşmaya başladı. “Ben bu gece orman da belli bir yeri yaktım. Yerine narenciye ekeceğim, bu ara da cezam neyse çekmeye razıyım.” diyordu.

Oh, ne ala, hem ormanı yak!.. Hem “narenciye dikeceğim” deyip arazi sahibi ol, tapuyu üstüne al. İnanılacak gibi değildi.

Sonra öğrendiğim kadarıyla, hapisten çıkmış ve sözkonusu yere gerçekten de narenciye fideleri dikmişti. Diyeceksiniz ki: peki o taşlık olan yerde, nasıl üretim yapacaktı.Tabi o da ayrı bir konu.

Olan yangınlarda, hepsinin amacı aynı mı?

Elbette değil, tabi ki çok farklı amaçlar için de ormanlar yok ediliyor.

İşte her yangın haberi duyduğumda içim cızılar. Yüreğim yanar. Hep acaba...?Yoksa..? Yine mi..? diye bir takım sorular gelir aklıma.

Menemen’de fıstık çamları, zeytinlikler, Çanakkale’de, Eceabat’ta, Ayvalık, Fethiye, Antalya ve daha niceleriyle geçmişten devam edegelen...

Manavgat, Bodrum, Alanya, Didim, Akseki, Kozan, Mersin, Kahramanmaraş, Kayseri, Osmaniye, Marmaris, Datça, Emet, Derince… gibi daha birçok yerde çıkan yangınlarla gerçekten ciğerlerimiz yanıyor. Nefes alamıyoruz, boğuluyoruz.

Evet, yangın mevsimi gerçekten açılmış gibi. Öyle veya böyle, sudan sebeplerle nefes almamızı sağlayan ormanlar yanıyor.Deyim yerindeyse, âdeta çiğerlerimiz yanıyor.Nefes alamıyoruz. Bilinçli yakmak mı, cahillik mi desem, umursamazlık mı, vurdumduymazlık mı desem...

Ormanları ve doğayı bilinçsizce yaktığımız yetmezmiş gibi, bir de ormanlarda yaşayan diğer canlıların doğal ortamlarını da yok ediyoruz.Acaba buna hakkımız var mı? Ya da o yangınlara sebep olanlar, bu hakkı kendilerinde nasıl görüyorlar?

Suyun kimyasını, doğanın dengesini, güzelim manzaraların doğallığını, rengini bozmaya nasıl bir hakkımız olabilir? Düşünmek bile istemiyorum!..

Bilinçsizce, kendi nefesimizi azaltarak, boğazımızı sıkıyoruz.Böyle davranarak, çocuklarımıza nasıl temiz, bir dünya bırakmayı düşünüyoruz acaba? Sorarım o kendini bilmez kişilere!..

Orman terörü de başımızın belası.Ormanlar yandıkca, talan arttıkça, çıplak ve çorak olan dağ, tepe sırt ve yamaçlarına, bazen trilyonluk villalar dikilmeye başlanır. Bu mu doğaya saygı!..Bu mu vatandaşlık bilinci!..Bu mu ormanları korumak ve kollamak!..Bu mu alınması gerek tedbir ve önlemler.!..Zaten küresel bir krize dönüşen kuraklıkla, su kıtlığıyla karşı karşıyayız. Geleceğimizi karartarak, küle dönüştürerek, çölleşen tehlikeli bir ortam içine sürükleniyoruz.

Anız yakmak, piknikten sonra kalanları yakmak, sigarasını içtikten sonra izmaritini rastgele arabadan dışarıya atmak ya da bilerek bilinçsizce, ama bilinçli olarak ormanda ki ağaçları yakarak geleceğimizi karartanları, bizleri nefes alamaz duruma getirenleri toplum kendi iç dinamikleri içerisinde eritecek her türlü çaba ve gayreti göstermelidir.

Kimsenin bizi nefessiz bırakmaya hakkı olamaz.Kimsenin çocuklarımızın geleceğini karartmaya hakkı olamaz.

Lütfen, ama lütfen biraz daha dikkatli olalım!

Çünkü ormanlarımız bizim herşeyimiz.

Ormanlarımızı koruyalım, kollayalım ve insanları uyaralım.

Kerim BAYDAK

[email protected]