İçimdeki boşluğu doldurmak denince aklıma gelen en kestirme ve çoğunluk tarafından hoş karşılanacak yol, yemektir. Böyle olunca da sorunsalım halini alır. Çünkü yol basittir evet yemeyeceksin. Basit ama benim için kolay değil. Duygusal açlık derin bir kuyu gibi yutar beni. Durduramam. Lokmaları ağzıma tıkarken öfkeyle bir yandan da ağlarım kendime kızgınlığımdan. Bu çok can yakıcı bir durumdur. Hele insan yanında yaşanıyorsa bu durumun üzerine bir de utanç ve suçluluk eklenir.

Adet yerini bulsun bir alıntıyla destekleyelim bu duygusal açlık çeken insanlarla ilgili tespitleri. Belki tekrarlamak hepimize iyi gelir. Hadi gelsin bakalım.

“Yiyecek, adeta yaşamını bir arada tutmaya çalıştığı yapıştırıcı gibidir.

Yapıştırıcıya ihtiyaç duymamak için içsel gücümüzü geliştirmemiz gerekir. Güçlü olmak, ‘ hayır’ diyebilmeyi bilmektir. Hayır dedikten sonra suçluluk duymadan kendini iyi hissedebilmektir. Güçlü olmak, kendine, yaratıcı, cesur, dürüst olmak için izin vermektir.

Güçlü olmak, cinselliğinle barışık olmaktır. Cinselliği manipülasyon, intikam aracı, ceza ya da olta olarak değil, varlığının paylaşımı olarak görebilmektir. Güçlü olmak, kimseden saklayacağın bir şeyin olmadığının rahatlığını hissedebilmektir.

Güçlü olmak, düşüncelerinle, duygularınla, davranışlarınla uyumlu olabilmektir. Güçlü insan, her boyutta kendisini geliştirmek için kendisine yatırım yapan insandır. Güçlü insan sevecen insandır.

Güçlü olmak mükemmel olmak değildir. Henüz mükemmel bir insan tanımadım.

Kilolarımızla savaş halindeysek, bedenimizi yönetme konusunda güçsüzüz demektir. Bu güçsüzlük yaşamımızdaki iletişim eksikliğinin tezahürüdür: Duygularımızla iletişimsizlik, insanlarla iletişimsizlik, ihtiyaçlarımızla iletişimsizlik, bedenimizle iletişimsizlik.

İletişimsizlik mutsuzluğu doğurur. Oysa hepimiz mutlu olmak istiyoruz. Hem de hiçbir zorluk ve acı yaşamadan. Oysa gerçek yaşam, zorlukları ve acıları içerir. Doğmak acı verir. Yaşamak acı verir. Ölmek acı verir. Sonsuza dek mutluluk sadece masallardadır.”

Ben ne yapıyorum? Bütün bunların tersine hareket edip ‘acının yokluğunu’ arıyorum. Her şeye rağmen kuyruğu dik tutmaya çalışıyorum. Sonuçta bedenim buna isyan ediyor beni yatağa seriyor. Tıpkı bu hafta sonu olduğu gibi.

Birçok şey yaşandı yine şu son günlerde; üzüldüm, sıkıldım, yoruldum derken hasta oldum. Bir tanesini paylaşmak isterim sizlerle son zamanlarda gündemde olduğu için belki ilginizi çeker. Yani böyle bir kaygım da oluşuyor zaman zaman ilginizi çekmek gibi.

‘Zeytin Ağacı’ filminde kürtaj için ağaç dikmişlerdi ya, ben de evliliğim iyi gitmiyor diye bir kürtaj kararı almıştım ilk evliliğimde. Yok saydım o acıyı yıllarca. Üzerinde çalışmak şimdi nasip oldu. Benim için anlamlı olan bir ağaç fidanı aldım yine benim için anlamlı olan bir sürü ayrıntıyı gözeterek. Ritüeller bu tür içsel hesaplaşmalarda işime çok yarıyor. Somutlaştırıyor o soyut anlamlı kavramları. Benim gibi gördüğüne inanan Özlen’in görünenin ardındakilerle temas etmesini kolaylaştırıyor.

İşte laf döndü dolaştı yine acılara geldi. Eziklik içime işlemiş anlaşılan. Başlığa geri dönecek olursam lafı şöyle bağlayabilirim. Biraz kaba kaçacak ama şükürler olsun kaba yanımın da farkındayım. O yüzden sakıncası yok. Hani malzeme bu! Yapacak bir şey yok, yersen demek geldi içimden. Hayat bu, hayata bakış açın bu, sen de busun; yersin ya da yemezsin. Önemli olan yersen hazmetmektir. Öyleyse yediğim HER ŞEY sağlığa ve canlılığa dönüşsün diyelim. Teşekkürler.