Biz yemeklerimizi hep masada yedik kendimi bildim bileli. Fakat çocukluğumun geçtiği ilk iki evde bir türlü masalarımızın nerede ve nasıl olduklarını anımsayamadım. Anneme sordum, o da anımsayamadı. Açıklaması da çok hoştu: “ Herhalde anımsanacak kadar güzel değildi.” Gülüştük. Çünkü ikimizde de estetik kaygı yoğundur genelde.

Yemek saatleri hep önemsenmiştir benim çekirdek ailemde. Ben de bunu benimseyip tüm yaşantıma yaydım. Bugün tek başıma yaşadığım halde, yine de yemek saatlerim düzenlidir.

İlk anımsadığım yemek masamız, Dürnev Hanım teyzenin ev sahibimiz olduğu evdeki yemek masası. Salonun girişinde dikdörtgen bir masaydı. Ben arkamı kapıya verecek şekilde otururdum hep. Bir başka açıdan kapıya en yakın sandalyeyi tercih ederdim. Bir an önce yemeği yiyip sokağa kaçabilmek için. O evde yemek saatleriyle ilgili anımsadığım birkaç güzel ayrıntı da şöyle; birincisi okuldan yorgun argın ve çok aç geldiğimde kapıyı açmamla birlikte burnuma gelen temizlik kokusudur. Sonra da gelsin nefis yemekler. İkincisi ise sahur yemekleridir. Babamdan güç alarak davulcuya verilen bahşişten tutun da envai çeşit yemeklere varıncaya kadar anılarımda sıcacık yer tutan sahur yemekleri. Komposto çeşitleri, tahinli pide, ayva tatlısı, güllaç hep o aylarda yapılırdı nedense.

Kendi yemek masalarıma ulaşıncaya kadar anımsadığım bir sürü anı var yemek masaları ve saatleri ile ilgili. Fakat hepsine değinmeme olanak yok. Birkaç tanesine daha değinip bırakacağım.

Beni etkileyen bir görüntü de dedemin yemek masasıydı. Otuz beş bazen kırk kişi olurduk onun yemek masasında. Çok şenlikliydi. Hele patates kızartan anneannemi kızdırmayı göze alacak kadar tahrik edici olan patates aşırmak, en güzel ayrıntıydı benim için. Rahmetli; “ Yağı çok içireceksiniz, bekleyin hepsi kızarsın.” Diye bas bas bağırırdı. Fakat dinleyen kim!

Ayrıca benden iki yaş büyük teyzemle çok çekişirdik. Onun özel çatalı, kaşığı, tabağı benim için çok tahrik ediciydi. Hep onları kullanasım gelirdi, kavga çıkardı aramızda. Bir de o; sevdiği şeyleri örneğin köftelerini sona bırakırdı yemek için, acayip canım çekerdi. Çünkü bizde köfte ya da sayı ile verilebilecek şeyler hak geçmesin diye hep sayarak verilirdi. Tabii, biz çocuklara iltimas geçilerek.

Hayal kırıklığı yaşadığım bir yemek saatini de unutamam hiç. Kız Lisesinde okuyorum. Bir hafta sonu eve evci çıktım. Geldiğim ilk gün babam akşam yemeğine kalamayacağını söyledi. Ben bozuldum. Çıkmak istediğinde kapının önünde durdum, salmak istemedim. O da tamam dedi, tuvalete yöneldi. Ben hala kapıyı tutuyorum. Aradan belli bir süre geçti. Annem kızarak; “ Boşuna orda dikilme.” Dedi. “Baban mutfağın penceresinden atladı, gitti.”  Ben inanamadım. Mutfağa koştum. Gerçekten mutfak penceresi ardına kadar açıktı. Açık pencerenin önünde de bir tencere, annemin ben çok seviyorum diye hazırladığı sarma tenceresi duruyordu. O kızgınlıkla bir yumuldum tencereye, neredeyse tencerenin dibi görünüyordu, ben sarmaları ağzıma tıkarken. Sonra gözyaşlarıyla birlikte masanın yanına çöktüm ve ancak yeme eylemim öyle durdu. Hayal kırıklığı yaşamıştım, özlenilmediğimi düşünerek. Halbuki benim adım Özlen değil mi? Nasıl özlenemezdim?

Tabii, her zaman yaptığı gibi rahmetli gece eve dönerken, gönlümü almak için tulumba tatlısı getirdi. Kızgınlığım geçtiği için, onu da bir güzel oturduk yedik hep birlikte.

Yüksek Okul yıllarımda da Göztepe’deki evimizin masası bana göre şenlikliydi. Salondaki yemek masası değil de mutfaktaki günlük masamız bana göre daha samimi gelirdi. Daha iç içe, daha samimi bulurdum oradaki atmosferi. Yakın komşularımızla yapılan sabah kahvaltılarına doyamazdım. Belki de odak noktası genelde ben olduğum için, bu kadar hoşuma giderdi. Bilemiyorum.

 Bunun dışında annemin çoğu zamanı mutfakta geçtiği için, ben onunla sohbetlerimi de hep mutfakta yapardım, o masanın çevresinde oturarak. O, genelde hem ayakta hem de arkası dönük olurdu bana. Bu yüzden ben yeni evlendiğimde annemi taklit etmeye kalktığımda hep zihnimde öyle canlandırırdım; ayakta ve arkası dönük. Aslında bugün baktığımda oldukça can yakıcı. Şimdi istesek de o yılları geri getiremeyiz. Yaşamı ıskalıyoruz ne yazık ki çoğu zaman.

Bugün her ikimizde ayrı illerde, ayrı evlerde ve ayrı masalarda tek başımıza yiyiyoruz yemeklerimizi. Şükürler olsun her ikimiz de hayattayız ve şükürler olsun kaçırdıklarımızı telafi etmek için her ikimiz de elimizden gelenin en iyisini yapmaya istekliyiz. Gerisi bir hoş seda…

Not: Eskilerden bir yazı. Deseniz ya, bugün annemle birlikte oturma kararını boşuna almamışım. Teşekkürler.