Öylesi bir koşturmaca içindeyiz ki ve öylesine uyuşmuş, mekanikleşmiş ve de hissiyattan uzak bir hayat sürüyoruz ki, her gün etrafımızda işlenen cinayetlerin farkında bile olmuyoruz.

Evet, yanlış okumadınız, cinayetler işleniyor bu şehre karşı. Hiçbirimizin görmediği, duymadığı, farkına varmadığı hatta umursamadığı katliamlar yapılıyor bu şehre.

Her gün betondan hançerler saplanıyor şehrin yüreğine.

Bu şehirde yaşayan binlerce, onbinlerce, yüzbinlerce bizler duymuyoruz, görmüyoruz, hissetmiyoruz, farkına varmıyoruz, hatta ortak oluyoruz cinayetlere, aymazlığın en derininde gezerek.

Marifetmiş gibi övünüyoruz yaptığımız ve şehre hançer gibi sapladığımız büyük ve lüks binalarla. Oysa eskiden bir şehir övüleceği vakit binalar değil, yetiştirdiği kıymetli insanlar anılırmış?

Ağaç katliamları, çevre cinayetleri işlenirken, intizamdan ve estetikten uzak yapılarımızla geleceğini karartıyoruz şehrin.

Hızla, şuursuzca, acımasızca ve de acemice betonlaşıyoruz. Rant uğruna zaten can çekişen şehri öldürüyoruz.

Yazık oluyor bu şehir’e...

Etmeyin, eylemeyin, insafa gelin. Kendinize gelin. Bizden öncekilerin düştüğü hataya düşüp günü kurtarma derdine düşmeyelim.

Asırlar öncesinden seslenen Hacı Bayram Veli’nin şu sözlerine kulak asan çıkmayacak mı?

"İnsan, şehri inşa ederken aslında taşın toprağın arasında kendisini inşa eder. Gönülde her ne var ise, şehir olarak görünür. Gönlü taş olanın şehri taş, gönlü aşk ile dolu olanın şehri gülistan olur."

Bunca betonlaşma, bunca katliam gittikçe taşlaşan yüreğimize ve betonlaşan beynimize mi işaret yoksa?

Sadece birkaç yeri sayayım, ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız.

Hani DSİ’nin eski yerindeki ağaçlar?

Hani Eski Sümerbank’ın yerindeki ağaçlık alanlar?

Hani eski EML binasının yerindeki ağaçlar?

Hani eski Toprak Su’nun yerindeki ağaçlar?

Bunların hepsi de şehrin vitrini olan yerdelerdi.

Ne yaptık?

Diktik devasa binaları, dikmeye de devam ediyoruz.

Daha sayayım mı? Boş verin sizler de hepsini biliyorsunuz.

Bir şehre girerken yeşilliklerle dolu güzellikler karşılamalı insanı ve o şehre karşı bir muhabbet uyandırmalı. Üniversite’nin ve Karayollarının ağaçlık alanlarından başka yer kaldı mı?

Şehrin tabelasından itibaren başlayan betondan yığmaları gördükçe sizin de nevriniz dönmüyor mu?

Sizin de bu şehre karşı acımanız uyanmıyor mu?

Binalar, siteler oluşturulurken, bunlara izin verilirken, geçtik estetiği, hava akımı sirkülasyonu hesaplanıyor mu?…

Şehrin coğrafik konumuna ve toprak yapısına göre mi şekilleniyor yoksa insanların rant anlayışına göre mi?...

Şehirleşme ve imar, hak getire…

Bu manzara karşısında sizler dehşete düşmüyor musunuz?

Yazık oluyor bu şehir’e.

Tıpkı yıllardır yazık edildiği gibi…