Özellikle Ergenekon soruşturmasının ilk başladığından bu yana yargı en çok tartışılan kurum, yargı mensupları da en çok tartışılan insanlar olarak gündemdeki yerini korumayı sürdürüyor.

17 Aralık operasyonundan sonra bu tartışma, çok daha alevlendi.
Aslında bu, yargıya olan güveni azaltmaktan, itibarı zedelemekten öte bir şey değildir.
İnsanlar güven içinde olmak ister; polisine, askerine, başı sıkıştığında veya belaya uğradığında avukatına, savcısına, hâkimine güvenmek ister.
Hep tartışılan,
Yolsuzlukla anılan,
Siyasete ayar vermeye çalışan,
Vesayet özlemcisi olan,
Paralel devlet yapılanması gibi adlarla anılan yapıya hizmet eden,
Emri “illegal” örgütlerden alan,
Avanta kabul eden,
Kurumları tehdit eden, şantaj yapan,
Elindeki davayı “öç” olarak kullanan,
Kin kusan, garez yapan, meydan okuyan,
Sürekli konuşan, sürekli bir yerlere mesaj gönderen, bir yerlere gözdağı veren,
Sağa sola sataşan, ona buna çamur atan, kamera gördüğünde dili çözülen,
Haberlerden düşmeyen, yorumlarda eksik olmayan, sosyal medyayı ayağa kaldıran,
Ve daha kötüsü “dalga geçilen, alay edilen, küfredilen, hakarete uğrayan” yargı mensuplarının toplum nezdinde kaybolan itibarları, toplumun kaybolan itibarıdır da aynı zamanda.
Çünkü hukukçu, herkesin hukukunu koruyandır; suçlunun da, suçsuzunda…
Suçlu olmak, aşağılanmayı, horlanmayı, itilmeyi, kalkılmayı gerektirmez…
Sanık, yargılanır, suçlu bulunduğu takdirde ise kanunların uygun gördüğü ceza hâkim tarafından uygun görülür ve cezasını “özgürlüğü elinden alınarak” çeker…
İşkence göremez, kötü muameleye tabii tutulamaz, kamuoyunda itibarı beş paralık edilemez.
Her mahkemenin “suçlu” dediği suçlu olmaz, “masum” gösterdiği de masum kalamaz…
Bazen de her ne kadar suçu sabit görülse de, mahkeme suçun işlendiğine hükmetse de, bu iftira olabilir, yalan olabilir, kumpasa gelmiş olabilir.
Veya bir anlık zafiyet, bir ömrün heder edilmesini sağlayabilir.
Aynısı yargı mensupları için de geçerli, kolluk kuvvetleri için de…
Tabii ki siyasetçiler için de…
Siyasetçi olmak, “şamar oğlanı” olmayı gerektirmediği gibi, yargı mensubu olmak da gerektirmemeli.
Ancak, son zamanlarda hem siyasetçi eliyle, hem yargı mensuplarının eliyle bütün bu kurallar, kaideler ve bilinen uygulamalar tersyüz edilmektedir.
Henüz isnat edilen bir suç varken, henüz deliller bile elde edilmemişken, henüz ifadeler bile alınmamışken, “herkesi toptan suçlu” ilan eden bir yargı ve paralel çalışan, servis edilen bilgilerle acımasızca yayın yapan medya kuruluşları var.
Ergenekon davasında tüm sanıkları “masum” gösteren siyasi ve bazı yargı mensuplarına karşın, tüm sanıkları toptan “suçlu” ilan edenler de vardı.
Henüz yargılama sürerken, fikir yürütmenin ötesinde, davanın avukatı, savcısı, hâkimi vardı. Bu açıdan baktığınızda ne mahkemeye, ne savunmaya gerek duyulmadığı açıktı.
Aynı kesim bu defa 17 Aralık operasyonunda “arkasında olan” kumpası hiç görmeden, bütün sanıkları suçlu ilan etmekten geri durmuyordu.
Bir diğer davada “masum” kartını eline alanlar, bu davada “suçlu” kartını eline almanın siyaseten faydasını umuyordu.
İşin açığı, davaların siyasi olması bazılarının işine her zaman gelmişti, gelmeye de devam edecekti.
Oysa adalet böyle bir şey değildir.
Bugün bana adalet gerekirse, yarın size gerekeceğinden kuşku duymamak lazım.
Adil olmak, sadece yargının görevi değil, tüm toplumun sahip olması gereken bir kazanımıdır, bir değer yargısıdır.
Önüne geleni bizler suçlayacaksak, önüne geleni de aklayacaksak, bu ülkede yargıya ne gerek var?
Yargı da, beğenmediği iktidarı elindeki güçle yıpratarak, kendi beğendiği siyasi görüşün iktidara gelmesini sağlayacaksa bu ülkede seçime ne gerek var?
Herkes kendi görevini “namuslu” bir şekilde yapmak zorunda…
Kendi suç işlerken, ihanet içinde yer alırken, kendisi yolsuzluğa bulaşmışken, kendisi avanta peşinde koşarken, başkalarının namusunu sorgulama hakkına sahip olamaz.
Dürüstlük, her göreve, her kişiye ve her kuruma lazım, hem de ilaç gibi…
 
Tweetimden seçmeler
HSYK, emniyet müdüründen sonra bizim sokağı bir türlü temizlememekte direnen çöpçüyü de sorgulama kararı aldı. Daha temiz bir sokak için J