Vefa, ne kadar güzel geliyor kulağa. Ahde vefa kalmış mı şu zalim, bir o kadar da yumuşak diken dünyada. Sürekli, hayal kırıklıklarıyla öğreniyoruz ya da hatırlıyoruz kelimelerin yalancı olduklarını. Doğrular ve güzelliklerle hatırlanmayacak; sevgi, aşk, dürüstlük, vefa.

 

       Çivisi çıkmış diyorlardı şu dünyanın, inanansım gelmezdi. İnadına, güzelliklere giden yolların meşakkatli ve başarısızlığın, başarıya giden ilk adım olduğunu düşünür, yılmadan, yorulmadan hayatı eritmeden, tadını alamaya çalışırdım. İşte doğru bu derken, avutmuşum kendimi.

 

      Gerçekleri görüp, anlayabilmek için yaşanması gerekiyormuş. Ve bu yaşanmışlığın sana kattıklarına da tecrübe deniyormuş. Garip olan, tecrübesizliğin, tecrübeli insanlar için bile devam etmesi. Her güzellik insanın içinde olacak. Öğretilerle kazanılanlar bir gün unutulur. Ya da alışkanlık haline gelmesi uzun yıllar alır. Ben ümidimi kaybettim.

 

     Yaralı ceylan misali, sekerek, yüzündeki acıyı içine akıtarak, nereye gideceğini bilmeden, acıları dindirecek limanlara bakmadan, sadece yürümek isteyen maralım. Boşa kürek çekmek bu işte. Vefasızlık kavramını bilmeden, sadece, Adıyaman’da, yani suyu sert, insanları mert olan bu şehirde, vefa ile yoğrulmuşum. Neye yarar? Vefanın Kaf Dağı’nın ardında olduğunu neden söylemediler bilmiyorum. Acı öğretilerle öğreniyoruz hayatı, birde bu öğretiler hırpalamasa insanı, ne kadar anlamlı olurdu, bir o kadar da haz vermez miydi yârin yanağına buseler gönderen sevdalıya. Sırtını çeviren sevdalı olmaz olsun! Ben bir adım attığımda bana yaklaşacak, ben baktıkça görecek, ben işittikçe duyacak, ben güldükçe neşelenecek, ben yüzümü astığımda ağlayacak, vefalıyı arıyorum. Nafile olduğunu bildiğim halde beyhude yürüyorum naçar ellerde.

 

    Vefasızlığın yanınızdan bile geçmemesi dileğiyle… Vefalı günler diliyorum.