Uzun Olmayan, Kıvırcık Sarı Saçlı...

Akşam saatleri, iş çıkışı...

Yarının hesabını yaparken, hızla çalışan beyne inat, kendini ağır ağır kaldırımlara vuran yorgun beden...

Günlük iş telaşını, dost sohbetleriyle sonlandırmış, esnaf arkadaşlarla, sıcak selamlaşmalar...

Ve...

Akşamın dingin ahengini, kararlı bir meraka terk eden, her yerde damla damla ve kesintisiz minik kan izleri...

Kan izleri..?!!!?

Biraz önünde, arkası dönük, başı öne eğik minik bir çocuk...
Bir adım daha yürüyüp te yine başını eğerek durduğunda...

Bir adım gerisinde bıraktığı, bu kez kocaman bir kan izi...

Yorgunluğu kenara atıp, adımlarını sıklaştırdı ve hemen yaklaşıp ne olduğunu bilmek isteyen tavırlarla çocuğun önünde durdu...

Beş yaşında olmalı diye düşündü...
Sarı ve kıvırcık ama hiç uzun olmayan saçlarının ön tarafına kan bulaşmıştı.
Elini alnına götürmüş ve minnacık elinin parmaklarıyla saçını düzeltmeye çalışmış olmalıydı...

Beş yaşlarında, kıvırcık, uzun olmayan sarı saçlı...

Kocaman yeşil gözleri, korku ya da çaresizlik, belki de olanı anlayamamanın verdiği sersemlik haliyle tam da gözlerinin içine bakıyordu...

Benden korktu diye düşündü, çantasını kenara bırakıp, diz çökerken... 
beş yaşlarında kıvırcık ama uzun olmayan sarı saçlarına kan bulaşmış çocuğun...

Yetişmek için adımlarını hızlandırdığında çıkartmıştı...
Korkmasın diye gösterdiği mendilini...

Adam, yanakları tam da mıncıklamalık diye aklından geçiriyordu ki...

Bir avuç kalmış bedenini, iki büklüm edercesine keskin ve boğarcasına bir öksürük tesiriyle,  o minik burnundan dudaklarına kadar akmış kanı gölgede bırakacak, oluk gibi kan boşalıverdi ağzından...

Çaresizce korku adamı sardı bu kez...

Adın ne senin, annen nerede, baban nerede? diye sordu hızlıca...
Sağ eliyle sıkıca tartısını kavramış, kıvırcık ama uzun olmayan sarı saçlı, kocaman yeşil gözlü, minnacık burunlu, dudakları, çenesi, boynu, yeşil atleti ve yırtık kot pantolonu kan revan içinde, beş yaşlarında çocuğa...

Şöyle bir hafifçe sendeledi çocuk... Ambulans çağırmak için telefonuna uzandı eli, adamın...

Ama müthiş bir hamleyle ve aniden, sanki o kadar kan ondan akmamışcasına...
önünde durdukları, yıkılması için karar cıkmış metruk binanın giriş kapısına kadar koşuverdi çocuk...

Ve dönüp baktı yine o kocaman yeşil gözleriyle ve kan kırmızıya bulanmış dudaklarıyla tebessüm etmeye çalıştı sanki ve birşey mırıldandı...

Birşey söyledi dedi adam, etrafına toplaşanlara...
Peşinden gitmek için bir adım attı ki, gitme dediler...

Orası tehlikeli...
Suriyeliler, uyuşturucu kullananlar, sarhoşlar sahiplenmiş orayı gitme! dediler...

Adam dinlemedi...
O binada çalışan asansör yok, elektrik yok, su yok, sürekli beton parçaları dökülüyor insanların başına...
Çok kan kaybetti, merdivenlerde düşer bayılır, gitmek lazım dedi telaşla...

Her basamak çıkışında daha da belirginleşen kesif bir koku...
Tuvalete dönüşmüş daireler...
Kadınlar, çocuklar, gençler...

Tehdit olarak algılandığını hissetti adam, bakışlardan...

Altı kat çıktı inatla, ne kan, ne iz.!?

Bulamadı...

Kıvırcık ama uzun olmayan sarı saçlı, kocaman yeşil gözlü, minnacık burunlu, dudakları, çenesi, boynu, yeşil atleti ve yırtık kot pantolonu kan revan içinde, beş yaşlarında çocuğu...

Şimdi merak içinde adam ve daha sık geçiyor....

Yıkılmasına karar verilmiş, bazı katları göçmenlerin sığınağı, bazı daireleri tuvalet olan ve daha da kötüsü, Suriyeli kadınların pazarlandığına dair söylentilerin ayyuka çıktığı, şehrin göbeğinde, Valiliğin tam da karşısında ama kimsenin umurunda olmayan binanın...

Ve hala görmedi adam, yanakları mıncıklanacak, evine para götürmek için sarıldığı terazisiyle, belki de oyun oynadığını sanan, hayatın acımasızca oyununa figüran çocuğu...

Belki siz görürsünüz diye bunca kelam...

Allah kimseyi yurdundan, yuvasından mahrum etmesin...
Ele güne muhtaç etmesin...
Çocuklar, çocuk kalsın, çocukça şeyler yaşasın...

Şarapnel parçasıyla kopan kolunu gösterip...
büyüdüğümde, kolum da büyüyecek mi baba..!?
demesin...

Allah`ım, 
Aklımıza mukayyet ol...
Ferasetimizi arttır...

Abdurrahman AKÇAL
[email protected]