1789 Büyük Fransız Devrimi ile tek adam yönetiminden (diktatörlüklerden), halkın kendi seçtiği kişiler tarafından yönetildiği, temsili demokrasi (çok partili siyasal sistem) sistemine geçildi. Temsili demokrasi süreç içinde gelişti, kurumlarını ve kurallarını oluşturdu, kurumsallaştı ve yaygınlaştı. 1900 yılına gelindiğinde; Batı Avrupa’nın önde gelen ülkeleri, temsili demokrasiye dayanan çok partili siyasal sistemle yönetilmeye başladılar.

Tek adan yönetiminden halkın kendini yönetecekleri seçtiği temsili demokrasi yönetimine geçilmesiyle birlikte Batı Avrupa’da:

Demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler gelişti ve güvenceye kavuştu.
Eğitim ve bilim gelişti. Kol gücüne dayanan üretim biçiminden, bilim ve teknolojiye dayalı, zenginlik yaratan üretim yapılmaya başlandı.
Batı Avrupa ülkeleri zenginleştiler.
Tek adamın aldığı kararlarla yönetilen, kol emeğine dayalı üretim yapan, fakir ve yoksul ülkeleri sömürmeye başladılar. Bu ülkelerin sırtında daha da zenginleştiler.

Halkın desteğini alarak büyük bir Kurtuluş Savaşı başlatan, emperyalist işgal kuvvetlerini Anadolu’dan atan Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı ailesinin saltanatına dayanan yönetimine son verdi. Yerine halk egemenliğine ve temsili demokrasiye dayanan Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu. Cumhuriyet kurulduğunda ortada parti yoktu. Siyasal sistemin, toplumun tüm kesimlerinin temsil edildiği, tek parti anlayışına dayalı işledi. 1 Kasım 1945’de çok partili siyasal sisteme geçildi.

1980’li yıllara gelindiğinde, bilim ve teknolojide, özellikle de iletişim teknolojilerinde baş döndürücü gelişmeler yaşandı.
Bu gelişmeler, yeni sorunlar ve yeni ihtiyaçlar ortaya çıkardı.
Temsili demokrasi, bilim ve teknolojideki, özellikle de iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin ortaya çıkardığı yeni sorunlara ve ihtiyaçlara cevap vermekte yetersiz kaldı.
Arayışlar başladı. Sorunlara, çoğulcu ve katılımcı anlayışla, bilgi ve projeye dayalı çözümler üretildiği, çoğulcu ve katılımcı demokrasi gündeme geldi.

Batı Avrupa’nın önde gelen ülkeleri başta olmak üzere dünyanın önde gelenleri, hızla çoğulcu ve katılım demokrasiye geçtiler. Kendilerini, kurumlarını ve kuruluşlarını, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin işleyiş ilkelerine uygun şekilde yenilediler.

Bütçelerinde eğitim ve bilime daha çok pay ayırdılar.
Eğitim sistemlerini, bilgiye ulaşma, bilgiyi kullanma ve bilgiyi örgütleme yeteneğine sahip bireyler yetiştirecek şekilde yenileyen oluşturdular.
Sorunlarına, katılımcı ve çoğulcu bir anlayışla, ortak akla dayalı çözümler üretmeye başladılar.
Geleneksel üretimden biçiminden İleri teknolojiye dayalı, katma değeri yüksek, zenginlik yaratan üretim yapmaya başladılar.
Zaten kalkınmış ve gelişmiş olan bu ülkeler, daha da kalkındılar, geliştiler ve zenginleştiler.

Türkiye, bu gelişmelerin dışında kaldı.

Temsili demokrasi ile yönetilmeye devam etti.

Eğitim ve bilime yeteri kadar kaynağı ayırmadı.
Eğitim ve bilime önem vermedi.
Bilim ve teknoloji gelişmedi.

Geleneksel üretim biçimiyle üretim yapmaya devam etti

Çoğulcu ve katılımcı demokrasiye geçmeyen, kendini, kurumlarını ve kuruluşlarını yenilemeyen, geleneksel üretim biçimiyle üretim yapmaya devam eden Türkiye, üzerine oturduğu coğrafyanın kendisine sunduğu jeopolitik fırsatlarına,

Yer altı ve yer üstü potansiyellerine,

Tarihi ve kültürel zenginliklerine,

Genç ve dinamik insan gücü zenginliğine rağmen:

Ülkede demokrasi gelişmedi.

Hak ve özgürlükler gelişmedi ve güvenceye kavuşamadı.

Yargı sistemi gelişemedi, tarafsızlığa ve bağımsızlığa kavuşamadı.

Eşitlik ve adalet sağlanamadı.

İnsani gelişmede, beklenen gelişmeyi sağlayamadı.

Kasım 2002 seçimlerinde, “Türkiye Cumhuriyeti’ni din esaslarına göre yeniden yapılandıracağını söyleyerek siyaset yapan milli görüş” öğretisi ile yetişmiş olan, demokrasi bizim için amaç değil, amacımıza ulaşmak için bir araçtır diyen Recep Tayyip Erdoğan’ın başında olduğu AKP, tek başına iktidara geldi. 2002-2017 arasında Erdoğan yönetiminde Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş değerleri ve ilkeleri terk edildi. Anayasada yapılan değişiklikle, ülkenin tek adamın aldığı kararlarla yönetildiği partili cumhurbaşkanlığı sistemine geçildi.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin yönünü; demokrasinin, hak ve özgürlüklerin, hukukun, bilim ve teknolojinin geliştiği Batıya dönük olarak kurmuştu.

Demokrasiyi bir amaç değil, amacına ulaşmak için bir araç olarak gören Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasinin, hak ve özgürlüklerin, hukukun, bilim ve teknolojinin geliştiği Batıya dönük yönünü değiştirdi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yönünü:

Tek kişinin aldığı karalarla yönetilen,

Demokrasinin, hukukun, hak ve özgürlüklerin olmadığı,

Bilim ve teknolojinin gelişmediği,

Bağımlılık kültürü ve öğretilmiş ezberlerle davranan ve hareket eden,

Barış ve huzurun olmadığı,

Orta Doğu’ya çevirdi.

2002-2017 arasında Erdoğan’ın yönetiminde Türkiye’nin iç barışı bozuldu.

Türkiye, komşu ülkelerle ve dünya ile kavga etmeye başladı.

Türkiye yalnızlaştı. Neredeyse dünya dostu olan ülke kalmadı.

Mart 2019 yerel seçimleri, arkasından Kasım 2019 seçimleri, Türkiye Cumhuriyeti’nin, kuruluş değerlerine ve kuruluş ilkelerine yeniden dönebilmesi için son fırsattır.

Atatürk’ün yönetiminde laik demokratik sosyal hukuk devleti Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran CHP başta olmak üzere, Cumhuriyeti’n kuruluş değerlerini ve ilkelerini benimseyenler ve savunanlar, tarihi sorumluluklarıyla karşı karşıyalar.

Mart 2019 yerel seçimlerini ve Kasım 2019 yerel seçimlerini mutlaka kazanılması gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerini ve ilkelerini benimseyenler ve savunanlar, tarihi sorumluluklarıyla karşı karşıyalar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş değerlerini ve ilkelerini benimseyenler ve savunanlar, sorumlu davranırlar, akla ve bilgiye dayalı hareket ederlerse, bu seçimler kesinlikle kazanılır. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluş değerlerine ve ilkelerine yeniden döner.

Atatürk'ün hedef gösterdiği çağdaş uygarlık yolunda, kaldığı yerde devam eder.