Dinde Reform maksadıyla 1928 yılında İslam dininde reform ve modernleşme meselesini incelemek ve Milli Eğitim Bakanlığına tekliflerde bulunmak üzere İlahiyat Fakültesinin öncülüğünde tarih, ilahiyat, psikoloji ve mantık profesörlerinden oluşan bir komisyon kurulur. Komisyonun çalışmaları sonucunda bir ıslahat layihası hazırlanır. Bu layihada şu teklifler öngörülmüştür:

1- Oturacak sıraları, gardıropları olan temiz, düzenli camilere ihtiyaç vardır. Halk buralara temiz ayakkabıları ile girecek.

2- Bütün dua ve hutbeler Arapça değil, ulusal dilde olmalıdır. Camilerin iyi yetişmiş müzisyen ve müzik aletlerine ihtiyacı vardır. Modern ve kutsal enstrümantal müzik ihtiyacı acildir.

3- Basılı hutbe dizileri yerine, felsefe eğitimli vaizlerin yetkisinde dini rehberliğe geçilmelidir.[1]

Islahat lâyihasına göre, "Din içtimaî (sosyal) bir müessesedir, diğer içtimaî müesseseler gibi hayatın zaruretlerine katlanmak, tekâmülün (gelişmenin) seyrini kovalamak mecburiyetindedir" denilerek, "Dinde Reform" öneriliyordu.

Buna göre, camilere ayakkabılarla girilecek, içine sıralar konacak, piyano eşliğinde Türkçe ibadet edilecekti. Layihada şöyle deniyordu:

"Mabetlere musiki âletlerinin kabulü dahi lâzım gelir. Mabetlerde ilâhî mahiyetinde asrî ve enstrümantal musikiye ihtiyaç vardır"...

Aynı çalışmada Cuma hutbelerinin imamlar tarafından değil, filozoflar tarafından okunması öngörülüyor, filozofların "frak" giymesi de şart koşuluyordu.[2]

Öz Türk Dini(!)

1934 yılında A. İbrahim imzasıyla yayınlanan “Milli Din Duygusu ve Öz Türk Dini” adındaki 90 sayfalık kitapta milli bir din inşa etmeden bahsedilmekte ve İslam, gayrı milli bir din olarak tanıtılarak reformlar yoluyla dinin millileştirilmesi savunulmaktadır.

Yazar İslamiyet’i bilimdışı göstermekte, dini sembollerin yerini milli sembollerin almasını teklif etmektedir. Kıblenin değiştirilmesi milli bir din vücuda getirmenin, olmazsa olmaz, şartıdır. “Biz Arap harsından tamamıyla sıyrılmak ve milli benliğimize hâkim olmak için mutlaka güneye boyun eğen mihrabı değiştirmeliyiz. İçtimai hayattan kalkması hiçbir zaman temenni olunmayan din baki kaldıkça, mutlaka mihrabımızı Sakarya'ya tevcih etmeliyiz..." diyordu.

Kıblenin Sakarya'ya çevrilmesini teklif eden yazar, Türklüğe tapmaktadır. Dinin semavilikten kurtarılması gerektiğini söyler ve Allah'ı, peygamberleri, melek, şeytan, cennet ve cehennemi inkâr eder. Camilere sıra konulmasını teklif eder. Cuma namazı yerine Türk Ocaklarında tören yapılmasını ister.

1926 yılı Ramazan ayında İstanbul’daki Göztepe Camii’nde Cemaleddin Efendi tarafından Türkçe namaz kıldırma girişimi yapılmış, fakat halkın yoğun tepkisi üzerine proje ertelenmiştir.

1928 yılında da İsmail Hakkı Baltacıoğlu, “Dinde Reform” projesi ile “Dini Islah Beyannamesi” hazırlamıştı. Bütün ibadetlerin Türkçe yapılması ve ibadetlerin çağdaşlaştırılmasını istemişti. 

1932 yılı Ramazan ayı “Dinde Reform” konusunda bir milat sayılabilir. Rejime uyumlu yeni bir din projesinin uygulamaya konulduğu bir dönemdir bu yıl. Türkçe ezan ve Türkçe ibadet Ramazan ayına da denk getirilerek uygulamaya konmak istenmiştir. 

“Dinde Reform” çerçevesinde başlatılan Türkçe ezan uygulaması, 6 Mart 1933 tarihinde Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi tarafından müftülüklere gönderilen tebliğiyle mecburi hale getirilmiştir.

1932 Ramazanıyla birlikte, Türkçe namaz artık bir dayatma haline getirilmeye başlanmış, camilerin tıpkı kiliselerde olduğu gibi ayakkabılarla girilip sıralara oturularak müzik eşliğinde ibadet edilebileceği mekânlara dönüştürülmesi gündeme getirilmişti.”[3]

[1] Bernard Lewis; Modern Türkiye'nin Doğuşu, s. 409-411

Bütün bu çalışmaların yapıldığı yıllarda İlahiyat Fakültesi ve İmam-Hatip Okullarının öğrenci sayılarında düşüşler olmuş, ilgi gittikçe azalmıştır.(azaltılmıştır dense daha doğrudur) İlahiyat fakültesinin öğrenci sayısı 284'den 20'ye düşmüş, imam hatip okullarıyla birlikte 1932'de kapatılmıştır.

[2] Yavuz Bahadıroğlu. İktibas Dergisi, 12 Haziran 2012 tarihli yazısı,

[3] Şükrü Hüseyinoğlu İslam Ve Hayat Dergisi 15.1.2010