Eskiden böyle değildim, son zamanlarda yeni bir huy edindim. Nereden geldi, kimden öğrendim, neden bende takılı kaldı, henüz bilmiyorum ama tren birazdan kalkacakmış gibiyim, onu biliyorum…

Rahmetli dayım böyleydi belki de. Sürekli koşturur, annem “beş dakika otur, bir çay iç” dese, “çok işim var” diye çıkardı.

Babam da durmaz, “tabi tabi, beyefendinin bakanlar kurulu toplantısı var” diye takılırdı. Oysa dayımın hiçbir işi yoktu, olanlar da hep gelip geçici işlerdi.

Ben de mi öyle oluyorum ne?

İlk fark etmem, koltuğa kurulmayı bıraktığımdaydı.

Önceleri “benim makam sevdam yok canım” deyip, geçiştirmiştim.

Şöyle koltuğa kurulup, dinlenmeyi unuttum.

Koltuğun ucuna doğru oturuyor, sırtımı yaslamıyorum, belki de yaslamak gelmiyor içimden..

Bir kafede, bir lokantada olsam da bu durum değişmiyor, sandalyenin hemen ucuna ve sırtımı yaslamadan.

Tembel birisi değilim, çok çalışıyorum, pek az da kazanıyorum.

Yürüyüş yapıyorum, koştura koştura bir yerlere doğru gidiyorum, merdivenleri ikişer ikişer çıkar, üçer üçer de inerim.

Ama hep bir yanım eksik, hep bir yerde bir şeyler bırakmışım da, hemen onu almaya gidecekmişim gibi.

Sanki burada misafirim ve çok az zamanım kalmış.

Doğrudur zaman geçiyor ama çoğunlukla yakıp geçiyor, yıkıp geçiyor, delip geçiyor ve onulmaz izini bırakıp geçiyor. Sonra.. sonra alışıyorsun ama kalmaya değil, gitmeye hazır hâle geliyorsun…

Tren birazdan kalkacak, otobüsün hareket etmesine çok az bir zaman kaldı, uçak apronda, birazdan kapılar açılacak ve bizi alacaklar.

Valizlerim nerede, her şey tastamam orada öylece duruyor mu, bir şey unuttum mu, saatim kolumda mı, cep telefonum nerede, ya cüzdanım, ya kafa kağıdım…

Misafirlikte bile hiç gitmeyecekmiş gibi kurulanlara imrenirim.

Bir gece, bir gün, iki gün, bir hafta ve belki de haftalarca, aylarca bir yerde misafir kalmak bana göre değil.

Zaten ben misafirim, koltukta bile kurulup oturamıyorum, keyfini çıkaracak bir lüksüm yok.

Geç kalıyorum ama nereye?

Nereden geldim, nereye yetişmek zorundayım?

Beni kimler bekliyor, kimler beni yolcu edecek, kimler yokluğuma üzülecek, kimler varlığımla hayat bulacak?

Bilmiyorum, ama yerimde duramıyorum, geç kaldığımı biliyorum ama nereye geç kaldığımın farkında değilim.

Tuttuğum her işte “kaç günüm kaldı” diye hesap ediyorum, ne zaman gideceğim, nereye gideceğim, nasıl gideceğim ve kimden gideceğim, kime gideceğim, işte onu bilmiyorum…

Milyonlarca insanın arasında yalnızlık çekmek midir, bir başka yere gitmeye beni bu kadar heveslendiren.

O heves var mı, doğrusu onu da bilmiyorum.

Sadece gitmem gerektiği bütün benliğimi sarmış.

Burası bana göre değil.

Kendi yerimi istiyorum, bana ait olan daimi ikametgâhımı…

Misafir olmak kötü değil, başıyla gözüyle ağırlayacak dostlar var.

Ama misafir psikozuna yakalanmak çok kötü…

Hiçbir şeyin hesabını yapmazsın, verdiğin zoruna gitmez, gelecek olanı umursamazsın, nasılsa birazdan gideceksin.

Hiç kimsenin kalbini kırmaya gerek yok, birkaç güne kalmaz buralarda olmayacaksın, ne diye kalp kırasın, ne diye arkandan kötü konuşturasın ki…

Misafir olduğun yerde ev sahibi gibi durmanın alemi yok.

Şurada birazcık oyalanıp, gideceğiz.

Sonuçta yolcuyuz bu alemde, hepimiz biliriz ama kendimizi kalıcı, hatta sahibi sanmaktan da geri durmayız.

Burada yapacak şeylerimiz var ki geldik, bitince de çıkıp gideceğiz.

Ama o gün ne zaman, neden ben birazdan gidecekmişiz gibi duruyorum, neden tadını çıkarmıyorum, neden yalancı zevklere kanmıyor, neden yol azığımı tastamam hazırlamıyorum.

Neler götürebilirim, kaç kilo kontenjanım var, gümrük dediğimiz kontrol yeri bu yolculukta da geçerli mi?

Bizim tren ne zaman kalkıyor, ne zaman otobüse biniyoruz, ne zaman uçağımız havalanıyor ne zaman bize ait olan o kutlu beldeye gideceğiz, bir bilsek, bir bilsem, bir bilseniz…

Tweetimden seçmeler

Eğer önce vefayı kaybetmeseydi insanoğlu, şimdi insanlığı da arayıp durmazdık..