Terör örgütleri; şeriat devleti veya ülkenin bir bölümünde etnik temele dayalı ayrı devlet kurmak veyahut “ikna ve aldatma” yoluyla ülkede kurduğu paralel devlet egemenliğinin sona erdirilmesi üzerine bu kez “silahla devam ettirmek” için 15 Temmuz 2016’da ortaya çıkan menfur darbe girişimi amacıyla kurulmuşlardır.

1970’li yıllardan buyana terör örgütlerinin arkasında; konjonktüre göre değişiklik gösteren ABD, Rusya, İsrail, Suriye ve diğer bazı ülkelerin olduğunu söyleyerek kolaycılığa kaçarız. Diğer devletlerin ulusal sınırları içerisinde egemenlik hakkına saygı gösterilmesi kuraldır. Lakin bu kural bazen “delindiği” için bilhassa güçlü devletler, “can damarından” yakaladığı küçük devletlerin iç işlerine istihbarat örgütleri eliyle dolaylı yollardan müdahil olmakta, çoğu kez fiziki delillerle kanıtlanamazsa da o devletin içerisinde boy gösteren terör örgütlerini taşeron olarak kullandığı söylenegelmektedir. Bu, terör hareketlerinin yaygınlaştığı ülkeler için “mazeret” kabul edilebilir mi? Hayır. Çünkü “Şeytanın görevi(!) şeytanlığını yapmaktır.” Kendi yağıyla kavrularak kalkınmak isteyen Türkiye gibi masum ülkelere düşen görev ise bu şeytanlıklara engel olmak ve ne kadar büyük olursa olsun acılarıyla yüzleşme cesareti gösterip paranoya halini aldırmaksızın, kamuoyunda panik veya korku yaratmaksızın yaygın terör hareketlerini erken teşhis ve engelleme yönünden sivil halkını eğitmek ve bu kutsal mücadeleye katkısını sağlamaktir.

Doğu ve güneydoğuda teröristle mücadele etmeyi haki elbiseyi giydiği günden itibaren “şafak sayan” eratla değil de savaşmayı meslek edinmiş uzman erbaş istihdam edip kısmen de olsa profesyonel orduya geçtikten sonra ancak öğrenebildik. Terörle mücadele etmeyi ise maalesef daha tam öğrenemedik. Teröristle mücadele güvenlik kuvvetleri ile yapılır. Terörle mücadele ise sivil halkla yapılır. Buna rağmen hâlâ:

Ölü ele geçirilen teröristlerin geriye kalan yakınlarının tahrik olabileceğini ve 5-10 yıl sonra bu kez çocuklarımızın, torunlarımızın karşısına yeni birer terörist olarak çıkabileceğini düşünmeden ego ve intikam duygularının bir anlık tatmini uğruna kanlı cesetlerinin sosyal medyada teşhir edilmesine seviyeli biçimde karşı gelme cesaretini gösteremiyor, ayrıca sabır, sağduyu ve akılla hareket etmek yerine hemen küfrediyorsak;

Yolda yürüyen veya kalabalığa yaklaşan birinin el, yüz, yürüyüş ve diğer hareketleri ile ses tonundan silahlı terörist veya canlı bomba şüphelisi olabileceğini ön yargısız ve soğukkanlı biçimde akıl süzgecimizden geçirerek gözlemleyemiyor, şüpheliyi kalabalıktan uzak bir alana doğru çekmeye çalışıp bir şekilde “zararsız hale” getirmeyi öğrenmemiz gerektiğini bilmiyor ve yalnızca güvenlik güçlerimizi suçluyorsak;

Sabah aracımıza binmezden önce şöyle etrafına bir göz atmıyor veya yolda ve toplu ulaşım araçlarında şüpheli davranış sergileyen kişileri gördüğümüzde, dilimize nasıl ve nereden girmiş ise “bana dokunmayan yılan bin yaşasın(!)” demeden ve korkmadan Alo 155’i arayamıyorsak;

Polis ve jandarmanın asayiş uygulamaları kapsamında yaptığı araç ve üst aramalarında karşılıklı teşekkür etmek yerine yüze karşı veya içimizden de olsa, “Ne bu yahu, adım başı arama mı olur? Bula bula bizi mi buldunuz?” benzeri tepkiler gösteriyorsak;

Vatandaşların ”yaşama hakkını” korumak amacıyla son günlerde İç İşleri Bakanlığınca, zaten modern kent yaşamına da uygun düşmeyen sokak düğünlerinin yasaklanmasıyla düğün salonlarını geceleri kiralayamayacak yoksul ailelerin kendi mutluluklarını yaşama ve dostlarıyla paylaşma haklarından dolayı maliyetine sembolik fiyatlarla gündüzleri de olsa mütevazı bir düğün yapabilmeleri için mevcut düğün salonu sahipleri ile sosyal devlet olmanın gereği mülki amirlik ve belediyeler olarak okulların çok amaçlı salonları ve halk eğitim merkezleri gibi kamu tesislerinden yararlandırılmasını sağlayamıyorsak;

 Düğün salonu sahipleri olarak “durumdan vazife çıkararak” tesislerimizi daha güvenilir hale getirmek amacıyla emniyet müdürlüklerimize kendiliğimizden sessizce başvurarak birkaç sivil personelimize güvenlik konusunda teorik ve pratik eğitim vermelerini istemiyorsak;

Polise bildirilen şüphelinin “temiz” çıkması durumunda kendisinden ve gerektiğinde yakınlarından devlet olarak samimiyetle özür dileme olgunluğunu gösterip gönüllerini tekrar kazanarak helalleşemiyorsak;

Özetle, 15 Temmuz darbe girişimi gibi terörün de sivil halk katılımı olmaksızın yalnızca güvenlik kuvvetleriyle önlenemeyeceğini bilmiyorsak;

Terörle mücadele etmeyi hâlâ öğrenememişiz demektir.

Yazımızı bir Çin atasözüyle noktalıyoruz:

“Şemsiyemizi, yağmur yağmazdan önce açalım.”
 


0532-422 95 28 [email protected]