Avlunun köşesindeki incir ağacının gölgesi, ön damın yarısını kaplamıştı. Dallara konmuş kuşların sesileri kulaklarımda çınlarken, damdaki gölgeye sere serpe uzanmış başıma gelenleri düşünüyordum. Bacağıma düşen bir incir ile kendime geldim ve fırına yemek götüreceğimi hatırladım. Annem çağırmadan avluya atladım ve içeriye girdim.

Ayaklarımdaki terlikleri sürükleyerek aheste adımlar atıyordum. İnsan içine çıkmak istemiyordum. Özgüvenimi kaybetmiştim sanki.

Yemeği verip eve dönecektim ki, "Bi selam yok mu?" dedi fırının önündeki eski koltukta oturan kişi.

Fırına girdiğimde onu farketmemiştim. Neredeyse bir yıldır görmediğim komşumuzun oğluydu bu.

"Kusura bakma abi, dikkat etmedim! Hoşgelmişsin! Ne zaman geldin?" dedim.

"Dün geldim. Hem bizimkileri görmeye, hem de alacak eşyalarım vardı," dedi.

"Tekrar dönecekmisin? Okul bitmedi mi?" diye sordum.

"Okul mu kaldı oğlum! Abin bi gazetede işe başladı bile," dedi.

"Hayırlı olsun!" diyerek gülümsedim.

O da fırına yemek getirmişti. Laflamaya başladık ve canımın sıkkın olduğunu anlamıştı.

"Neden böyle durgunsun? Kötü bir şey yok inşallah?" dedi.

Soruya, "Evet, var abi! İnsanlara çabuk güvenmem başıma bela oldu," diye cevap verirken, meraklı bakışlar ile bana bakıyordu.

"Aşağı arsada, top oynayanları izliyordum. Yanıma iki kişi oturdu. Az sonra benimle konuşmaya başladılar ve yıllardır tanışıyormuş gibi bir hava yarattılar. Bu sadece orada kalmadı ve sonraki günlerde beraber gezip dolaşmaya başladık. Gayet iyi çocuklar diyordum. Ama yanıldığımı anladığım zaman çok geçti," diye anlatırken öfkelenmemeye çalışıyordum.

"Kocası Almanya'da olan komşu teyzenin evi soyuldu. O hırsızlık bunların işiydi. Belki bana yakınlaşma amaçları bizim evi soymak veya beni de pis bir işlerine dahil etmekti, bilmiyorum. Onları birkaç kez eve getirmiştim. Kadınların, gündüzleri bizim kapının önünde oturduklarını görmüşlerdi. Almancı karısı olduğunu öğrenmiş ve onu gözlerine kestirmişlerdi galiba," dediğimde sesimin yükseldiğini farkettim.

Karşımdaki, kalın çerçeveli gözlükler ardından bana bakarken, "Bizimkiler bi hırsızlık olayından bahsetmişti," dedi.

"Bir gün kadının evden çıkmasını kollamışlar. Ama bu sefer oturmaya değil, komşudan birşey almaya gitmiş. Geri döndüğünde karşılaşmışlar. Kadını tartaklayarak, altınlarını ve parasını çalmışlar. Ben o gün babamın yanındaydım. Mahalleye benim için gelip gittiklerinden, insanlar ortak olduğumuzu düşündü. Karakolda ifademi aldılar. Çocuklar ortalıkta yoktu. Daha öncede hırsızlıktan sabıkaları varmış. Benim suçsuz olduğum anlaşılmıştı. Ama bunu insanlara izah etmek zordu ve bu beni çok üzüyor," dedim ve gözlerine baktım.

İşte o zaman, çeltik ağaları tarafından kandırılmış Kaymakam Fikret Irmaklı karakterini anlatan "Teneke" kitabından söz etti. Milletin gözünde kötü insan durumuna düşmüş ve gerçeği öğrenince, ağalar tarafından başına açılacak dertlere bakmadan mücadele verdiğinden bahsetmişti.

O günün akşamı, Yaşar Kemal'in bu kitabını bana hediye etti. Okumuştum, hemde birden fazla kere... Bu sayede Yaşar Kemal'in diğer kitapları ile de buluştum ve dünyaya başka bir gözle bakmaya başladım. Bir zaman sonra herkes gerçeği anlamıştı ve ben bunalımdan çoktan çıkmıştım. Nenemin, bir Zeki Müren filminden aklında kalan ve sürekli tekrarladığı, "Yürü Dilber yürü, yolundan kalma. Her yüze güleni dost olur sanma," şarkı sözlerini bende kulağıma küpe etmiştim. Artık önüme gelene güvenme konusunda temkinli davranıyordum.

O yıl liseyi bitirdim ve sınava girdim. Üniversite ikinci sınıftayım. Komşu oğlu gibi gazeteci olma yolunda ilerliyorum. Yıllar sonra, o gün fırına ne götürdüğümü anımsadım. Adını üzerinde pişirildiği nesneden alan, ilçemizin ünlü 'teneke' yemeğiydi. Bir tenekeyi fırına götürürken, Yaşar Kemal'in 'Teneke' kitabını tanımıştım ve hayatım değişmişti.

Hasan KORKMAZ