Eskiler münazara derdi tartışmaya. Birden çok grupların belli bir konu üzerine görüş beyan etmesi, izleyicilerin de bu görüşlerden beğendiğine not vermesi şeklindeydi münazaralar.

Tartışma veya münazara, her şeyden önce bir zekâ gerektirir. Farklı bakış açısını ortaya koymalısınız. Herkesin aynı konuda söylediklerini tekrardan ibaret olan tartışmanın bir anlamı da olmaz, izleyene zevk de vermez.

Şimdi çok çeşidi çıktı; münazara, tartışma, açık oturum, çalıştay (Nedense bu kelimeyi hiç sevmiyorum.), forum, panel, sempozyum…

Bütün bunların içinde siyasi yönü olan da var, olmayan da. Daha çok tez ve anti tez üzerine kurulu olan tartışmaların, “rakibini alt etmeye” dönük olanı da var olmayanı da. Rakibini alt etmeye dönük olanların çoğunluğunun siyasi tartışmalar olması, toplumun ilgisini çekmesine neden olmaktadır.

Münazara ya da farklı adlarla anılan tartışma, daha çok okullarda ve bazı STK’ların bir araya gelmesiyle dinleyenlerin ufkunu açacak yeni ve farklı görüşlerin ortaya konduğu geniş veya dar kapsamlı atışmalardır.

Münazaranın “siyasi” olan yönü de var. Bu daha çok hayata dair her şeye farklı, bilimsel, felsefi ve yeni tarz yaklaşımı ortaya koyar. Her katılımcı, kendi görüşünün doğruluğunu ortaya koymak için “seviyeli” bir şekilde savunur. Tartışmanın sonunda ise “en doğru” bulunur. Amaç, bir diğerini alt etmek değil, en doğruyu bulmaktır.

Seviyeli kısmının altını çizmek istiyorum.

Tartışma, beraberinde bir kültürü de barındırır.

Yani sadece bir konu hakkında farklı görüş ortaya koymak yetmez. Bu görüşünü savunurken, rakibinin tezini çürütürken “sana yakışan” bir tavra bürünmek gerekir. Yani tartışmada hararet arttıkça, kişinin kalitesi daha çok ortaya çıkar.

Ne kadar sinirleniyor, zıvanadan çıkma zamanı ne zaman, nerede kızarıyor, nerede bozarıyor..bütün bunlar onun bilgisini, birikimini, hoşgörüsünü, geniş düşünmesini, farklılıklara tahammülünü, olgunluğunu hamlığını, cahilliğin, bilgeliğini ve yeni şeylere açıklığını ortaya koyar.

Bu açıdan tartışma, sadece iki kişinin veya farklı grupların ortaya çıkarak görüş serdetmesi değildir. Kendi kalitesini de tavırlarıyla, konuşmasıyla, adabıyla ortaya koyması demektir.

Tartışan kişiler, tartıştığı konuyla alakalı tam donanımlı olmalı ama ondan önce tam edepli ve saygılı olmalıdır. Ne kadar donanımlı olursanız olun, ne kadar başarılı olursanız olun, bir saygısızlığınız rakibinizin öne geçmesine neden olur.

Hakaret etme, küçük düşürme, iftira atma, yalanları bir biri ardına sıralama belki o an için “rakibini nasıl da mort etti” şeklinde algılansa da hakareti kendisine eksi puan olarak döner, yalanları ortaya çıkar, iftiraları bir bir geri döner ve mort olan, halkın gözünden düşen, “karaktersiz” diyebileceğimiz taraf olur.

Münazara eden veya tartışmanın tarafı olan her kişi, “kendi iradesiyle” orada olmalı. “Kendi görüşünü” özgürce savunabilmelidir. Birilerinin adamı olan, ipi başkasının elinde bulunan tarafların söylediği ne olursa olsun, ahengi yakalayamaz. Tıkanır, kem küm eder, çekinir, “sonra bana ne derler” diye kaygılanır. Hal böyle olunca da, söylediği ne olursa olsun, “kendisine ezberletileni” söylemekten öteye gidemez.

Günü kurtarma derdine olanların tartışması da sakıncalıdır. Çünkü “amaca ulaşmak için” uğraşan, “o an geçene kadar” ağzından çıkanı kulağı duymayan, durumu idare etmek için veya girdiği badireden çıkmak için ağzına geleni söyleyen, sakinleştiğinde “ben ne haltettim” deyip, hatasını düzeltmek için hata üstüne hata yapar. Belki de gittikçe yalancı çobana döner, gittikçe yalanlarıyla yollar yapar köprüler kurar ve gün gelir gerçek yüzü ortaya çıkar.

Kumanda edilen tartışmacıyla, kendi görüşünü ortaya koyan tartışmacıyı tanımak çok kolaydır. Ancak bunun için “tarafsız” bir gözlem yapmak gerekir.

Özellikle siyasi tartışmalarda “nasıl da mort ettik, kıpkırmızı oldu gördün mü, biz adamı böyle yaparız, şamar oğlanına döndü, dayak yedikçe yedi, nasıl da bozduk ama, nasıl da suspus oldu, bak gördün mü cevap veremedi…” bu tür benzetmeleri her tartışma sonunda duymak mümkün. Bu, tartışmada ortaya atılan fikirler nedeniyle değil, tıpkı bir boks maçında olduğu gibi rakibini “o an için” alt etme üzerine kuruludur.

O nedenle tartışma, sadece fikirlerin ortaya atılması değil, bir kültürdür. Kendi aile terbiyesini, bilgisini, birikimini, dünya görüşünü, ahlakını, saygısını, sevgisini, olaylara hakimiyetini, hoşgörüsünü, merhametini, tahammülünü..hasılı “iyi bir insan” veya “iyi bir lider” ya da “iyi bir yönetici” olmanın gereklerini yerine getirebilendir. Sadece o anı değil, ondan sonraki tüm zamanları da gözünden geçirerek ağzından çıkanı kulağının duymasına fırsat verendir.

Bir makam, bir unvan, bir gelir..hasılı dünyalık bir şey için kendi değer yargılarını, kendi görüşünü, kendi düşüncesini ayaklar altına almaya gerek yok. Olduğun gibi, olman gerektiği gibi yarışacaksın, rakibin olan her kişiyle…

Ama maalesef böyle olmuyor. Bazen bir dernekte, bazen bir vakıfta, bazen çalışma hayatında ve bazen de siyasette “Bir şey olmak için her şey olanların” eğilip bükülmesini izleyip, üzülüyoruz.

Bu açıdan siyasi tartışma izlemeyi sevmiyorum.

O an için kimin, kimi alt ettiğiyle de ilgilenmiyorum.

Benim görüşümün ve tercihimin bir boksa maçının sonucunda değişmesine izin vermem.

Hiçbir şekilde izin vermem.

O görüş bana aitse, o tercih benimse, bunu hiç kimse, hiçbir şartta değiştiremez.

Binlerce kez münazara da yapılsa, sosyal medyada bir birine çamur da atılsa, yalanlar, iftiralar havada da uçuşsa, belden aşağı vurmaların haddi hududu da olmazsa, benim görüşümü değiştiremez.

Sivil inisiyatif olmak, seçmen olmak, siyasetçi olmak, vatandaş olmak da bence bunu gerektirir.

Mesele kimin, kimi alt ettiğinde değil, kimin neyi hak ettiğindedir.

Bana göre hak eden, kaybetse de kazanandır.