Padişah Vahdettin’i temsilen Damat Ferit Paşa’nın İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’a’ya; “İngilizlerin Türkiye’de idareyi mümkün olduğu kadar süratle ellerine almasını… Osmanlı İmparatorluğu’nun 15 yıl müddetle İngiliz sömürgesi olmasını… Padişahın ve benim yegane ümidimiz, Allah’tan sonra İngiltere’dir”   diyerek İngiltere’ye mesaj gönderdiği işgal ve istila yıllarıdır.

Ve kurtuluş savaşı yılları…

Ordu aç susuz, halk perişan.

İnsanlar bitkin, yılgın, çaresiz ve de umutsuz… Ülke ihanet üstüne ihanet yaşıyor.

Sahipsiz kalmış bir millet…

Bütün ihanetler, kalleşlikler, alçaklıklar, en berbat, en acımasız koşullar Anadolu’nun üzerine kabus gibi çökmüş.

Düşmanlar saldırmış vatanın dört bir yanına. Bu asil millet; cana-can, kana- kan, dişe-diş bir savaş veriyor hem içteki, hem dıştaki düşmana. Özgürlük, bağımsızlık adına… Vatan, millet, bayrak sevdasına… Ve daha da önemlisi Allah aşkına…

Düşmanın hırslı ve kararlı, milletin mazlum ve mağdur olduğu işte böyle bir zaman da yaşanan ve Turgut ÖZAKMAN’ın “Şu Çılgın Türkler”  isimli kitabında da anlatılan iki olay okuyacaksınız.

***

Yüzbaşı FARUK

!!!

İstanbul Hükümetinin Harbiye Nazırı Ziya Paşa, odasında bulunan davetli subaylara “Beyler! İngilizlere kafa tutamayız, şakaları yok” diye teslimiyetin meziyetlerini(!) anlatırken kapı açılır ve yaver görünür:

“Emrettiğiniz yüzbaşı geldi efendim.”

“İçeri al”

Nazır subaylara bilgi verir: “Az önce bahsettiğim talihsiz olayın faili”

Yüzbaşı bekletmeden içeri girdi, kaygılı bakışlarla kendisini izleyen subayların arasında hızla ilerleyerek nazırın masası önüne durdu, selam verdi:

“Yüzbaşı Faruk, İstanbul. Beni emretmişsiniz.”

Uzun boylu, kumral, yakışıklı, biraz bıçkın bir subaydı.

Nazır önündeki yazıya bakarak “Oğlum...” dedi.  “…Dün akşam Beyoğlu’nda, İngiliz İnzibat Subayı Teğmen Miller’i, emre rağmen selamlamamışsın. Doğru mu?”

“Evet efendim doğru”

Nazır dürüst subaya babacanca yol gösterdi:  “Herhalde görmediğin için selamlamadın, değil mi çocuğum?”

“Hayır efendim gördüm.”

Nazırın canı sıkıldı:

“Niye selamlamadın öyleyse? İşgal kuvveti subaylarını selamlamanız için emir verilmişti.”

“Rütbesi benden küçük olduğu için selamlamadım paşam. Askerlik töresince, önce onun beni selamlaması gerekmez miydi?”

Ziya Paşa derin bir kederle ellerini açıp: “Askerlik töresi mi kaldı a yavrum? Adamlar galibiyet haklarını kullanıyorlar. İngiliz Komutanlığı bu sabah olayı protesto etti. Mesele çıkarılacak zaman değil. Hemen şu müzevir teğmeni bul da özür dile. Olayı kapatalım.”

Başıyla yüzbaşının çıkması için izin verdi.  Ama Yüzbaşı yerinden kıpırdamadı.

“Paşam bir de beni dinlemenizi rica ediyorum.”

Nazır bıkkınlıkla “Söyle bakalım” dedi.

“Balkan savaşında teğmendim. Çanakkale’de üsteğmen. Suriye cephesinde yüzbaşı oldum. Ben bu rütbeleri tek başıma almadım. Her rütbemde binlerce şehidin ve gazinin hakkı var. Onların hakkını korumak namus borcumdur. Beni affedin. Özür dileyemem.”

Harbiye Nazırı bozuldu:

“Anlamadın galiba. Harbiye Nazırı olarak emrediyorum.”

Yüzbaşı sükunetle “Anladım efendim” dedi.  Apoletlerini bir hamlede söküp nazırın masasına bıraktı:

“Artık emrinizi dinlemek zorunda değilim.”

Yüzbaşı Faruk selam vermeden dönüp kapıya yürüdü. İşgalci subayların dışında orada bulunan subayların hepsi saygıyla ayağa fırladı. Hepsinin rütbesi yüzbaşıdan daha büyüktü.

Gözleri dolarak yüzbaşıya selam durdular.

***

Ali KEMAL

!!!

Kurtuluş savaşı yıllarında işgal kuvvetlerine “Peyam-ı Sabah” gazetesinde yazılarıyla destek veren Ali Kemal…

Ve gazetenin başyazarı olarak şöyle yazmaktadır:

“Beyler; Avrupa ile başa çıkmayı, yüzyıllardan beri Asya’nın hangi kavmi başarabildi ki biz de başarabilelim. Mustafa Kemal, Yunan ordusunun hızlı bir taarruzuna bir dakika bile dayanamaz. Ankara teslimiyetten başka çaresi kalmadığını yakında anlayacaktır.”

Buram-buram ihanet kokan yazısına devam eder:

“Hükümet zamanında İngilizlerle sağlam bir anlaşma yapsaydı şimdi onlar bizi idare ediyor olacaktı. Ama Damat Ferit Paşa da ben de bunun için yırtındık… Dinletemedik. Ama üzülmeyin!..  Ankara’nın bir atımlık barutu vardı, onu da kullandılar bitti…  Yakında pes ederler, bizde amacımıza ulaşmış oluruz.”

Yazdıkça coşuyor, coştukça yazıyordu:

“Dostumuz Yunanlı General Papulas, kurmaylarıyla birlikte basın toplantısı düzenleyerek beni teyit eder nitelikte şöyle demiştir: …İzmir, Afyon, Kütahya’dan sonra Eskişehir’i de düşürdük. Ankara’ya doğru ilerliyoruz. Türk Ordusu’nu hezimete uğrattık. Yunanistan artık bütün Anadolu’nun temsilcisi olmaya hak kazanmıştır. Bu zafer uzun ve yoğun bir hazırlığın sonucudur.”

Yazısını Yunanlı generalin sözleriyle toparlamaya çalışır:

“Beyler! Kemalist ordudan geriye bir enkaz kalmıştır. Bu enkaz Ankara’ya doğru kaçıyor. Onun yok olması da gecikmeyecektir. Kısacası artık ‘Türk Ordusu’ askeri bir değer taşımıyor.”

Ali Kemal yazısını şu cümleyle bağlar: “Gayemiz bir idi ve birdir.”

***

İşte böyle…

Tarihimizin her dönemi Yüzbaşı FARUK gibi “Çılgın Türk’ler” ile Ali KEMAL gibi “Satılık Piç’lerin” gerçek öyküleriyle doludur. Ve kahramanlar ile hainler var olduğu sürece yaşanması muhtemel bu ve benzeri öyküler de hep var olacaktır. 27.05.2011

 

www.adiyamanlilar.net