İzlediğim Türk filmlerinde kasa soyma sahneleri olurdu bazen. Kasayı açmaya uğraşan jön, kulağı kasaya dayalı bazı rakamlar çevirir ve çoğu zaman biz seyircinin duymadığı bir sesi duyar ve yüzünü bir aydınlık kaplardı. Bu kasanın açıldığının göstergesiydi.

 Bu “  trak “ sesi; halk arasındaki amiyane deyimle pek örtüşür benim zihnimde. Hani “ Nerde trak, orda bırak! “ denilir ya. Aynen öyle aslında yaşamın her kesitinde.

Her kesitinde derken özellikle insan ilişkilerini içine almak istedim. Beden dili bize bu konuda çok ipucu veriyor, tabii görmek istersek. Örneğin geçenlerde bir “ Milonga Gecesi “ ne katıldım. Tango dansının ayrıntılarıyla tanıştım. Erkeğin beden dilini okuyarak, ona ayak uydurmaktı bana göre dansın ritmi. Az da olsa buna tanık oldum. Bir erkeğin göğsüne bakarak, nasıl sinyalleri yakalayabileceğinin deneyimini yaşamak çok hoştu. Fakat o kadar! Daha fazlası beni aşar.

Bu deneyimin bana şöyle bir katkısı da oldu; insan ilişkilerinde bazen o “ trak “ sesini duymakla ilgili yaşadığım kararsızlıkların, daha netleştiğine tanık oldum. Sınır çizme ile ilgili aldığım kararlar daha keskinleşti. Neyi istediğim ya da istemediğim konusunda, daha az suçluluk duygusuna teslim olarak, kendimi daha özgür ifade edebiliyorum. Hani o duyulmayan kasa sesinin ardından jönün aydınlanan yüzü gibi; ben de zihnimde bir aydınlanma yaşıyorum. Bu beni çok sevindiriyor.

Bakıyorum sözlere daha az ihtiyacım oluyor. Bu da beni daha az yoruyor. Hatta bazen hiç sözlere gerek kalmadan olay çözümleniyor. Sonuç olumlu ya da olumsuz! Oraya takılmadığım sürece çok büyük bir dinginlik yaşıyorum. Söz bitmişse gerçekten akışa bırakmak dışında zaten başka seçenek yok! Yalnızca bugün için de; Argos’ un tedavi sürecinde sözün bittiği yere geldim. Sesi duydum. Fakat çok sevdiğin, içinden oluk oluk şefkat akıttığın ilişkilerde bu böyle olmuyor. Yüksek Gücüm kabullenebilenlerden eylesin! Âmin!