Yoğun tempoda çalışmak, insanı gerçekten yoruyor. Gerek bedenen, gerekse zihnen yorulmak, insanı farklı arayışlara itiyor. Mesele hafta sonları dinlenmek ve beyni rahatlatmak amacıyla sulak, serin, sessiz, sakin ve gözlerden uzak yerler tercih edilebiliyor.

Bu bir ağacın gölgesi olabiliyor, bir pınarın başı olabiliyor, bir dere kenarı olabiliyor, ormanın içi, denize yakın yaşayanlar için, deniz kenarı olabiliyor ya da ne bileyim şehri yüksekten temaşa edebilecek bir tepe olabiliyor.

Bizlerde hafta sonunu bu amaçla değerlendirebiliyoruz. Aslında yoğun tempodan, şehirdeki o şaşalı keşmekeşinden sonra, birçok çalışanında aynı şekilde değerlendirdiğine eminim.

Öyle kesinleşmiş bir yer düşünmüyoruz. O an ki ruh halimizle, neresi denk gelirse oraya yöneliriz. Çoğu zaman aracımıza bindikten sonra, yolda ilerlerken, bir an da farklı bir tarafa gittiğimiz çok oluyor.

Tabi yol arkadaşlarınızla anlaşabildiğiniz sürece ya da ailenizle oluğunuz sürece, gittiğiniz/gideceğiniz yerin pek de önemi olmuyor.Yeterkigittiğiniz yerde, ruhen, bedenen ve zihnen kendinizi rahat hissedebilesiniz.

Gittiğiniz yerler, çok da göremediğiniz yerlerdense, gıptayla, hayranlıkla tabiatı, vahşi doğada yaşayanları ve Âlemlerin Rabb’inin neler yarattığının karşısında şükür eder, hamd eder ve keyfini çıkarmaya başlarsınız. Kısmetiniz nispetinde, sahip olduğunuz nimetlerle işkembeyi ve nefisinizi memnun eder, buz gibi pınar sularından içersiniz.

Yine serin havada, buz gibi sulardan hazırladığınız tavşankanı çaylardan, ince belli bardaklardan, keyifli sohbetler eşliğinde, birkaç bardak çay içersiniz.

Eğer ailece gitmişseniz, müsait bir yerde çocuklarla ailecek oyunlar oynarsınız, stresli ve yorucu günlerin yorgunluğu, başka bir tatlı yorgunlukla acısını çıkarmaya çalışırsınız.

Bazen yolumuz üzerinde en yakın yerleşim yerindeki bir evin kapısını çalarız. Misafirperverliğin en üst seviyede olduğu yerlerde, çalıp girdiğininiz hiçbir evden geri döndürülmezsiniz. Bu da bizim insanların vazgeçmediği hasletlerden, erdemlerden bir tanesidir.

“Gelen misafir, rızkıyla gelir” anlayışıyla, ellerinde, avuçlarında ne varsa döküverirler sofraya. Size de afiyetle yemek ve en içten tabirle “Allah razı olsun,” demek düşer. Ailenizle gitmişseniz, bir an da kırk yıllık dost-ahbap gibi kaynaşıverdiğinizi görürsünüz.

Aslında biz bizim sahibi olduğumuz o istisnai erdemlerin güzelliğinin farkına geç varıyoruz. Hep, her şeye ön yargıyla yaklaşıyoruz. Gitmeden, görmeden, denemeden hemen erken karar vererek, kestirip atıyoruz. Hâlbuki biz birbirimizin tamamlayıcısıyız. Bazen bu güzelliklerin farkına varabilmek için, şöyle bir dışarıya çıkıp, bilmediğimiz yerlerde, insanlarla bir araya gelsek, gelebilsek, ne kaybederiz. Bilakis çok şey kazanırız, kazanamadıklarımızın, kaybettiklerimizin farkına varırız.

Oradan-buradan konuşup, derinlemesine sohbetlere daldığınızda, bir kakarsınız o yorgunluktan, sıkıntı ve stresten eser kalmamıştır.

Keyifli geçen bir günün ardından, tüy gibi hafiflemiş olarak evinize döner, o pazartesi sendromu denen illetten de kendinizi kurtarmış olursunuz.

Deneyin, denemekten ne çıkar, ne kaybedersiniz.

Şöyle bir hafta sonu, yiyeceğinizi, içeceğinizi alıp, bilmediğiniz bir yerde, bir aileye misafir olun, insani sosyal, ilişkilerinizi geliştirin, yeni dostlar, dostluklar geliştirin.

Arada sırada da olsa, bunu yapın, ne kaybedersiniz!

Kerim BAYDAK

[email protected]