Boynukara, Çözüm tartışmalarında, çeşitli sabote girişimlerini yok saymanın doğru sonuçlara götürmeyeceği söyleyerek, "Sorunu aşmaya ilişkin tüm tartışmalarda, örgütlerin yaptığı olumsuzlukları hatırlayıp çözüme odaklanmak, daha sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayabilir. Son yıllarda sıklıkla konuşulan konulardan birisi de 15 Temmuz sonrası ortaya çıkan siyasal iklim ve sistem değişikliği. Rahatsızlık duyulmasına ve dile getirilen olumsuzluklara rağmen, bu siyasal iklime ilişkin sağlıklı bir analiz yapıldığını söylemek zor. Sürecin tümüne ilişkin değerlendirmeler hükümetin tercihleri üzerinden yapılmakta. Bunlarda haklılık payı yüksek olsa da fotoğrafın tümünü yansıttığı söylenemez. Tartışılan siyasal iklimin ortaya çıkmasında etkili olan farklı bir faktöre dikkat çekmekte yarar var. Çünkü konunun netleştirilmesi ve tüm boyutlarıyla anlaşılması hem çözüm üretilmesini hem de geleceğe yönelik tedbir alınmasını kolaylaştırabilir."dedi.
"12 Eylül darbesi ve iki örgüte örtülü ‘Destek’ "
Terörün bitirilmesine ilişkin hikayeler, yapılan işkenceler, idamlar ve darbeci askerlerin konuşmaları sıklıkla gündeme geldiğini ancak terörün nasıl birden bitirildiği konuşulmadığını, yeni türetilen örgütlere hiç değinilmediğini vurgulayan Boynukara, şu ifadelere yer verdi:
"Askeri darbelerin görünen ve görünmeyen/gizli amaçları vardır. Görünmeyen amacın gizlenmesi için her şey yapılır. Yapılan en öneli etkinlik ise görünen amaç üzerinden her konuyu ‘magazin’ zeminine çekip konuşmak. Toplum yoğunluklu olarak magazinleştirilen konuları konuşmaya sevk edilir. Bizim kuşak, bu durumu yoğun biçimde, 12 Eylül darbesinde yaşadı. Terörün bitirilmesine ilişkin hikayeler, yapılan işkenceler, idamlar ve darbeci askerlerin konuşmaları sıklıkla gündeme geldi. Ancak terörün nasıl birden bitirildiği konuşulmadı, yeni türetilen örgütlere hiç değinilmedi, NATO ve soğuk savaş dönemi yapılanmaları hiçbir zaman tartışılmadı. Toplumun geniş bir kesimi, 12 Eylül darbesinin temel amacının, devlet içi kimi aktörlerin ‘izin verdiği’ şekliyle devam eden terör ortamını sonlandırmak olduğuna inandırıldı. Darbenin görünmeyen siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri amaçları ise hiç konuşulmadı. Konumuzla ilgisi nedeniyle, dönemin koşulları ve NATO’nun önerdiği konsept dikkate alınarak, darbenin görünmez amaçlardan birisinin de PKK ve FETÖ örgütlerinin önünü açmak olduğuna ilişkin önemli iddialar gündeme geldi. İran’ın, devrim sonrası Şiiliği yayma çabalarının bu yeni taktik adımda gerekçe olarak kullanıldı. PKK’nın varlığı, yürüttüğü terör faaliyetleri üzerinden orduda yeni bir dizayna gidildi. FETÖ ise ‘ılımlı’ din anlayışının oluşmasının aracına dönüştürüldü. Bunun için sistemin hassas olduğu iki fay hattı (muhafazakâr ve Kürt) kullanıldı. Ülkenin yaşadığı süreç sağlıklı bir biçimde analiz edilirse, iddiaların doğruluk payının yüksek olduğu görülür. Bu tarihten itibaren, bahsettiğimiz örgütler yeni bir formatta faaliyetlerini yoğunlaştırdılar. PKK, Suriye ve Lübnan’a, FETÖ ise toplumun kılcal damarları olan eğitim ve bürokrasiye yönlendi. Laiklik ve Kürt meselesi siyasetin merkezine taşındı ve Türkiye siyasetindeki ana ayraca dönüştü. İrtica ve bölücülükle mücadele ise devletin ve hükümetlerin birincil gündem maddesi haline geldi. İki örgüt de aynı mecrada faaliyet gösteren diğer örgütlerle yollarını ayırdı, hatta düşman olarak kotladı ve imha etmeye çalıştı. Kendi içinde lider kültüne dayalı, katı ve kesin inançlı kadrolar yetiştirmeye dönük örgütsel yapılarıyla serpildiler. 12 Eylül darbesiyle önleri açılan örgütler, 2015-2016’lı yıllarında ise daha farklı fonksiyonlar icra ettiler. Bahsettiğimiz iki örgüt ürettikleri terör, kuşatma, esir alma ve darbe girişimi üzerinden sistem değişikliğine zemin hazırladılar. PKK, bölgesel-küresel aktörlerin desteğiyle Suriye’de elde ettiği alan hakimiyetini, Türkiye içinde de elde etmek için harekete geçti ve farklı taktiksel adımlar üzerinden sonuç almaya çalıştı. Ülkeyi terör sarmalı içine hapsetmek istedi. FETÖ, hem PKK’nın bu adımlarına destek olarak hem kolluk ve yargı aracılığıyla devleti ele geçirmeye yönelerek hem de 15 Temmuz darbe girişimiyle yaşadığımız sürecin aktörlerinden birisi oldu. 2016’dan sonra ortaya çıkan siyasal değişime, bu anlamıyla da bakılırsa, yaşadıklarımız, siyasi pozisyonlardaki farklılaşmalar, ortaya çıkan ittifak denklemleri gibi konuları anlamak biraz daha kolaylaşır. Bu arada, bahsettiğimiz örgütlerin mevcut pozisyonlarını, sadece "önlerinin açılması" üzerinden okumanın bizi yanıltabileceğini ifade etmeye gerek olmadığı ise açık."
"7 Şubat 2012’de ilk adımı atılan Fetöcü kalkışma"
12 Eylül darbesinde önü açılan, örtülü destek sunulan ve devletin tüm kurumlarında ayrı bir hiyerarşi kurarak örgütlenen FETÖ, planladığı ve uygulamaya yöneldiği farklı taktiksel adımlar ile bu sürecin ortaya çıkmasında taşıyıcı rol üstlendiğini faktörleri sıralayan Boynukara,"12 Eylül darbesinde önü açılan, örtülü destek sunulan ve devletin tüm kurumlarında ayrı bir hiyerarşi kurarak örgütlenen FETÖ, planladığı ve uygulamaya yöneldiği farklı taktiksel adımlar ile bu sürecin ortaya çıkmasında taşıyıcı rol üstlendi. Darbeciler tarafından 36 yıl önce ‘önü açılan’ ve ‘desteklenen’ FETÖ, farklı bir darbe mekaniği üzerinden ülke kontrolünü eline geçirmek istedi. 7 Şubat 2012’de ilk adımı atılan Fetöcü kalkışma, 15 Temmuz 2016’da son adımı atmak istedi. Örgütün bu girişimi, atılan karşı adımlarla boşa düşürüldü. Sonuçsuz kalmış olsa da bu darbe girişiminin örtülü ve açık amaçlarının olduğunu bilmekte yarar var. Bunların ne olduğunu önümüzdeki süreçte daha net olarak görebileceğiz. Ancak şu an için görünen en önemli sonuçlarından birisi, örgüt tarafından enfekte edilen devlet kurumlarında ortaya çıkan yenilenmeye, alan hakimiyeti kazanan yeni kadroların politik duruşlarına ve mevcut siyasal iklimin oluşmasına sağladığı katkıdır. Bu girişimin devlet organlarını, kadrolarını ve hükümeti etkilemediğini söylemek mümkün değil. İlgili aktörler, yaptıkları değerlendirmelerin üzerine, daha korunaklı bir ilişki ve ortaklığı tercih ettiler. Bunun sonucunda hem sistem değişikliğinin koşulları oluştu hem de siyasi düşüncelerin ve pozisyonların öneminin öteleneceği yeni bir siyasal iklim ortaya çıktı."
"Devlet tarafından ortaya konulan yeni bir terörle mücadele perspektifi"
PKK da FETÖ gibi taktik adımlar üzerinden kendisi için önemli olduğunu değerlendirdiği sonuçları alabileceğini düşündüğünü belirten Boynukara, "12 Eylül koşulları ve coğrafyamızda yaşanan değişimler gerekçesiyle önü açılan PKK, 2015 yılından sonra yürüttüğü taktik adımlarla, 2016 yılından sonra yaşanan değişimin ortaya çıkmasına katkı sağladı. PKK da FETÖ gibi taktik adımlar üzerinden kendisi için önemli olduğunu değerlendirdiği sonuçları alabileceğini düşündü. Ama devlet tarafından ortaya konulan yeni bir terörle mücadele perspektifi sonucunda bunun mümkün olmadığını gördü. Süreci sağlıklı analiz etmek için PKK’nın attığı taktik adımları hatırlamakta yarar var."dedi.
"PKK’nın 'Devrimci Halk Savaşı' başlatması"
PKK'nın "Devrimci halk savaşı" denediği ilk taktikten birisi olduğunu anımsatan Boynukara,"Devrimci halk savaşı", örgütün denediği ilk taktik adımlardan birisiydi. Konu ilk kez, örgüt sorumlularından Hülya Oran (Bese Hozat) tarafından dile getirildi. Oran, 14 Temmuz 2015’de yazdığı yazıda “devrimci halk savaşı, serhıldan, silahlanma ve topyekûn savaş” çağrısı yaptı. Bu açıklamadan kısa bir süre sonra Cemil Bayık’ın, 20 Temmuz 2015’de, “halkımız meşru savunma örgütlenmesini ve bilincini de geliştirmeli, sadece askeri güçlerin büyümesi değil, halk olarak savunmasını da geliştirmeli, tüm halkımız silah almalı, bu temelde kendini eğitmeli ve örgütlenmeli, köylerde, kentlerde, mahallelerde yer altı sistemi, tüneller, mevzi sistemi geliştirmeli…” ifadelerini içeren açıklaması yayınlandı. Aynı dönmede, siyasi aktörlerden birileri de, benzer açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalar, terörü tüm ülkeye yaymayı, ülkeyi terör sarmalı içine çekmeyi ve devletin üstlenmiş olduğu fonksiyonları boşa çıkarmayı hedefliyordu."şeklinde konuştu.
"Örgüt, ‘kurtarılmış bölgeler’ veya ‘girilmez bölgeler’ oluşturarak egemenliğini tahkim ettiğini göstermek istedi."
7 Haziran 2015 seçimleri, örgütün bölgeyi baskı altına aldığı ve bu baskı atmosferinin sonucu olarak birçok partinin siyaset yapmasına izin verilmediği bir atmosferde yapıldığını hatırlatan Boynukara,"7 Haziran 2015 seçimleri, örgütün bölgeyi baskı altına aldığı ve bu baskı atmosferinin sonucu olarak birçok partinin siyaset yapmasına izin verilmediği bir atmosferde yapıldı. AK Parti’nin tek başına hükümet kuramayacağının anlaşılmasıyla birlikte örgüt, “kıra dayalı şehir gerillacılığı” stratejisini hayat geçirmeye başladı. 8 Ağustos 2015 tarihinde başlayan bu süreç içinde Sur, Silvan, Lice, Hani, Hazro, Bismil, Dicle, Bağlar, Kayapınar, Yenişehir, Kocaköy, Nusaybin, Dargeçit, Derik, Şırnak, Silopi, Cizre, İdil, Varto, Sason, Kozluk, Arıcak merkezlerinde şehirlerin içinde hendekler kazıldı, barikatlar kuruldu, halkın evlerine el konuldu, evden eve geçişi sağlayacak tüneller kazıldı. Örgüt, ‘kurtarılmış bölgeler’ veya ‘girilmez bölgeler’ oluşturarak egemenliğini tahkim ettiğini göstermek istedi.
Süreç 8 Ağustos 2015 tarihinde başlamış olsa da sürecin planlamasının daha eskilere dayandığı, Duran Kalkan tarafından kaleme alınmış dokümandan anlaşılıyor. “Kıra dayalı şehir gerillacılığı” başlığını taşıyan dokümanda, hendeklerin nasıl kazılacağı, barikatların nasıl kurulacağı, evler arası geçişin nasıl sağlanacağı, evlerin nasıl kontrol edileceği, halkla iletişimin nasıl kurulacağı, örgüt elemanlarının nasıl istihdam edileceği gibi tüm detaylar yer almakta. Bu belge, örgütün çözüm süreci konusundaki gerçek tutumunu ve niyetini de açıklayan önemli bir belgeydi.
Örgütün, 7 Haziran seçim sonuçlarından hareketle bölgeyi ‘savaş alanına çevirme’ girişiminin ilk adımı, 10 Ağustos 2015 tarihinde Şırnak’ta atılmıştı. Özünde kurtarılmış bölgeler oluşturma girişimi olan bu süreç, şehirlerde “halk meclisleri” oluşturulmasıyla başladı. Bu olayın ardından, 12 Ağustos 2015 tarihinde, KCK açıklaması geldi. Şırnak’ın yanı sıra Silopi, Cizre ve Nusaybin’de de öz yönetim ilan edildiğini duyuran KCK’nın açıklamasında, “Kürdistan halkı için öz yönetimden başka bir seçenek kalmamıştır” ifadesi kullanıldı. Devletin fonksiyonlarını yok sayan ve bölgede ‘yeni bir devlet yapısı öneren’ bu açıklamalardan sonra Hakkâri, Batman illeri ile Hakkari’nin Yüksekova, Muş’un Varto ve Bulanık, Van’ın Edremit ve İpekyolu, Diyarbakır’ın Sur, Silvan, Lice, Bitlis’in Hizan, Ağrı’nın Doğubayazıt ilçelerinde de "öz yönetim" ilan edildiğine ilişkin açıklamalar yapıldı. Bu açıklamalar Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) yöneticileri ve üyeleri üzerinden kamuoyu ile paylaşıldı. Bu taktik adım, örgütün Suriye’de uyguladığı ve sonuç aldığı bir taktikti. "şeklinde konuştu
"Rusya ve İran’ın ise Suriye muhalefetini terörle ilişkilendirip mahkûm etmek için alan sağladığı"
 
ABD’nin bölgedeki kaotik atmosferi derinleştirmek için ‘yol verdiği’, Rusya ve İran’ın ise Suriye muhalefetini terörle ilişkilendirip mahkûm etmek için alan sağladığı DAİŞ terör örgütü olduğunu öne süren Boynukara,"12 Eylül askeri darbesi sürecinden farklı gerekçeler ve farklı dinamikler üzerinden önü açılan bu iki örgütün ürettiği olumsuzlukların yanı sıra, süreçte etkili olan diğer bir örgüt ise DAİŞ. Bu yapı, geçmiş altyapısına rağmen örgüt Ebu Gureyb cezaevinde doğdu, Irak işgali ise organize bir örgüte dönüşmesini sağladı. Suriye iç savaşı ise DAİŞ’i global bir fenomene dönüştürdü. PKK ve FETÖ Türkiye’deki değişim dalgasını nasıl baltaladıysa, DAİŞ’de Ortadoğu’daki değişi dalgasını baltaladı.
Örgütün faaliyetleri ve varlığı, coğrafyadaki değişimin ana aktörü olan İslami hareketlerin terör parantezine alınması için kullanıldı. Yani; ABD’nin bölgedeki kaotik atmosferi derinleştirmek için ‘yol verdiği’, Rusya ve İran’ın ise Suriye muhalefetini terörle ilişkilendirip mahkûm etmek için alan sağladığı DAİŞ terör örgütü. Coğrafyamızdaki devletleri dizayn etmek için kullanılan örgütün Türkiye’ye yönelik terör saldırıları ise oldukça bilinçli, planlı ve Türkiye’nin temel fay hatlarına yönelik saldırılardı. Örgütün Türkiye’ye yönelik saldırıları sağlıklı bir biçimde analizi edilirse, bunların rast gele seçilmiş saldırılar olmadığı, tam tersine ülkenin temel fay hatlarına yönelik planlı terörü saldırıları olduğu net bir şekilde görülür. DAİŞ’in Türkiye içine yönelik terör saldırıları ve hedeflediği temel fay hatları; Mezhep fay hattı, (Reyhanlı saldırısı, Ankara Gar saldırısı), Etnik fay hattı, (Suruç saldırısı, Diyarbakır saldırısı, Gaziantep saldırısı), Siyasal fay hattı, (Musul Başkonsolosluğu çalışanlarının rehin alınması, Süleyman Şah türbesine yönelik saldırı, Raina saldırısı) Ekonomik can damarı, (Sultanahmet saldırısı, Taksim saldırısı, Atatürk havaalanı saldırısı) Bu noktada, terör saldırılarını gerçekleştiren örgüt kadar önemli ise arkalarındaki akıl teşhis etmektir. Türkiye içine yönelik terör saldırılarının arkasındaki akılın, Suriye coğrafyasında güç mücadelesi veren tüm aktörler olduğu açıktır. Etkileri farklı olmakla birlikte, hepsinin üstlendiği roller olduğunu görmek lazım."dedi.
"Örgütlerin bu denli etkili olmaları siyasi alanın zayıflığı"
Son olarak örgütlerin taktik adımları üzerinden çıkarılan sonuçların neden olduğu siyasal iklimle ilgili olarak çok şey söylemek mümkün olduğunu söyleyen Boynukara, konuşmasını şöyle tamamladı:
"Bir darbenin önünü açtığı PKK ve FETÖ, farklı bir darbe girişiminin taşıyıcı unsurları oldular. Küçük taktik adımlarla ülkeye tuzak kurarak, yeni bir siyasal iklimin ortaya çıkmasına yol açtılar. FETÖ, devlet kurumlarını ele geçirmeyi hedefleyerek birçok kurumsal yapıyı bozdu. Aynı zamanda farklı örgütlü yapılarda, kendi kullandığı yolu taklit etme duygusunu tetikledi. Özünde istihbarat yapılanması olan örgütün ortaya çıkardığı bu iki etki hem devleti hem de toplumu enfekte etti. PKK ise güvenlikçi reflekslerin aktifleşmesi, tehdit kapsamının genişletilmesi, risk katsayısını artırılması ve bunlar üzerinden politik dilin değişmesinin zeminine katkı sağladı. İktidar, örgütlerin kendilerince kazanım olarak gördüğü taktik adımlar üzerinden ortaya çıkan tehditle mücadele edebilmek için yeni ittifaklara yöneldi.
Örgütlerin taktik adımları üzerinden çıkarılan sonuçların neden olduğu siyasal iklimle ilgili olarak çok şey söylemek mümkün. En önemlisi, PKK ve FETÖ’nün bozduğu demokratik iklimin, daha fazla demokrasi önermesi ve bunun hayata geçirilmesi üzerinden aşılabilir olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesiydi. Demokratik perspektif göz ardı edilince, Türkiye kazanmadı, kaybetti. Olan biteni, salt bu örgütlerin yaptıklarının sonucu olduğunu söylemek elbette doğru değil. Buna ilişkin diğer faktörleri ayrıca konuşmak gerekir. Ancak bu tablo da yok sayılamaz örgütlerin bu denli etkili olmaları siyasi alanın zayıflığını, manipülasyona açıklığını ve aktörlerin demokrasi anlayışlarındaki nakıslığı da ortaya koyuyor.
Dolayısıyla, mevcut duruma ilişkin analiz yapılırken ve çözüm yolu aranırken bu durumu gözetmek gerekir. Çözüm tartışmalarında, bu tür sabote girişimlerini yok saymanın bizi doğru sonuçlara götürmeyeceği görülmeli. Sorunu aşmaya ilişkin tüm tartışmalarda, örgütlerin yaptığı olumsuzlukları hatırlayıp çözüme odaklanmak, daha sağlıklı sonuçlara ulaşmamızı sağlayabilir. Ayrıca bahsettiğimiz iklimin yarattığı psikolojiye teslim olmak, bu örgütlerin yürüttüğü operasyonların hedefine örtülü hizmet etmek olduğu ise açık."
Kaynak: PHA
Kaynak: pha