İnsan duygusal bir varlıktır. Çevresinde olup bitenlere karşı “bana neci” bir şekilde sessiz kalamaz. Ben de “haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır” düsturundan hareketle yapılan yanlışlara, haksızlıklara, adaletsizliklere, eşitsizliklere dayanamıyor ve haykırmak istiyorum. Kimi zaman Can Yücel’in dediği gibi “bağıra bağıra susarak”, kimi zaman konuşarak, kimi zaman da yazarak sessizliğimi bozuyorum.

Sessizliğimi bozarken ve haykırırken akıl, “söyle ama usulünce” diye beni uyarmakta. Çünkü doğrunun her zaman bir iticiliği, soğukluğu var. Oysa süslendirilmiş yalanı, insanlar psikolojik olarak çok sever. Aslında olmayacağını bile bile sever. "Size iki anahtar vereceğim" sözünün doğru olmadığını herkes biliyordu ama işe yaradığını 40 yaş üstü hemen herkes hatırlayabilir.

İnsanlar, Milli Piyango (kumarın millisi) ve şans oyunlarının da matematiksel olarak çıkmayacağını bilir ama bile bile “ya çıkarsa ümidiyle” parasını umut ve avuntu satın almaya harcar. Oysa ben yazılarımda itici de olsa sürekli gerçekleri yazdım ve yazmaya devam edeceğim. Açık kaynaklardan edindiğim bilgileri sentezliyorum. İnsanlık ve ülkemiz adına sezinlediğim aksaklıkları, yanlışları, tehlikeleri ve özellikle de Mart 2019’dan itibaren devam eden ve son zamanlarda amansız bir hal alan çok yönlü kriz ile ilgili yazıyor ve uyarıyorum.

Ekonomik sorunun ayyuka çıktığı bir dönemde ülkemizde var olan sorunlara yeni sorun alanı açılmamalıdır. Çalışma barışı için kamuda “3600 ek göstergesi” olarak bilinen iyileştirme; müdür, şube müdürü ile tüm memurları da kapsayacak bir düzenleme ve iyileştirmeye evirilmelidir. İşsiz, dar gelirli, asgari ücretli, memur, işçi, küçük ve orta ölçekli esnaf başta olmak üzere toplumda yükselen sessiz çığlığı yumuşak bir üslupla anlatarak çözüm bulunmasını istemek, aklıselim herkesin görevidir. Ben de onu yapmaya çalışıyorum. Zira bazen tok aç olanın halinden, sağlıklı olan da hasta olanın halinden anlamıyor! Ola ki yükselen sessiz çığlıklar sesliye dönüşmeden duyulur. Zengin ile fakir arasındaki sıradağlar gibi uzanan uçuruma vicdanlı bir dokunuş ile çözüm için çaba sarf edilir!

Mevlana söz söyleme üslubunu şu güzel sözlerle tarif etmektedir;

"Kaynayan yağın üstüne su dökersen ocağı da yıkarsın tencereyi de.

Söyle; ama yumuşak söyle,

Sakın doğrudan başka da bir şey söyleme;

Yumuşak sözlerle de vesveseler satmaya kalkışma!"

Kırmadan toplumdaki sessiz çığlığı örneklerle ve hikâyelerle anlatmaya çalışacağım. Anadolu’nun bozulmayan hemen her yerinde muhteşem misafirperverlik vardır. Bazen inciten yönleri de olabilmektedir. Buna uygun bir hatıramı sizlerle paylaşmak istiyorum. Doğduğum şehre bağlı bir köyde öğretmen olarak görev yapıyorduk. Ben hariç öğretmen arkadaşlarımın tamamı farklı şehirlerden gelmişlerdi. Öğrenci velilerimiz zaman zaman bizleri evlerine davet ederlerdi. Ev sahibi, diğer öğretmenleri başköşeye oturturken bana odanın girişinde bir yer gösterilir ve "hocam sen ev sahibisin" denirdi. Bu durum, zoruma giderdi. Pozitif değil, sadece eşit muamele bekliyordum. O dönemde, sonrasında ve halen bir sorunları olunca beni arayıp destek talep ederler. Elbette ki elimden geldiğince yardımcı olmayı insani bir görev biliyor ve yapıyorum.

Bu hikâyeyi “yönetenler için” basit bir hatırlatma olsun diye paylaştım. Garibanlar oy verir ancak oturacak yer bulamaz, zenginler başköşedeki koltuklara oturtulur. Filmin sonunda zengin çok daha zengin, fakir çok daha fakir düşer ve aralarındaki fark akıl almaz bir şekilde açılmaya devam eder. Genellikle fakirlere sabretmek ile şükretmek düşerken, desteklemeye de devam ederler. Kimi zengine ise “daha yok mu?” düşüyor. Yok denilince ve yönetimin düşeceği anlaşılınca otobüs durağında bekleyenler, gelen ilk otobüse binip yoluna devam ediyorlar! Oysa gariban hak etmediğini değil insanca bir yaşam, hakkaniyet ve eşit muamele istiyor.

Eba Müslim Horasani, “Onlar, şerrinden emin oldukları için dostlarını kendilerinden uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de; düşmanlarını yakın tuttular. Yakın tuttukları düşmanları dost olmadı. Ama uzak tuttukları dostları düşman oldu. Herkes düşman safında toplanınca yıkılmaları mukadder oldu.” Sözü ile yöneticileri asırlar öncesinden uyarmaktadır. Burada, belli kişilere ömür boyu ballı börekler verilmesine devam edilmesi anlaşılmamalıdır. N. F. Kısakürek Destan Şiirindeki şu dizelerle haksızlıklara karşı haykırmaktadır;

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul;

Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;

23 ve 24. dönemlerde Ankara milletvekili olarak görev yapmış olan Aydın Ünal: "Gün dalkavukların kenara çekilme, cesurların Hakkı söyleme, samimi ve yapıcı eleştiri ile yöneticileri Hakka, istikamete çağırma, içtenlikle uyarma vaktidir. İnanın, doğruyu söylediği için makamını kaybeden insandan daha huzurlusu yoktur" diye yazmaktadır.

Salgın ile ülkemizi ve dünyayı etkileyen krizler, her geçen gün yeni senaryolarla herkesi etkilemekle birlikte alt ve orta gelir grubunu adeta yok etmeye doğru gitmektedir. Enerji, iklim, emlak, gıda, ahlak, cinsiyet, din, göçmen, biyo terör, nükleer, başta olmak üzere birçok kriz, yağmur gibi gelmeye devam ediyor ve tüm dünyayı etkiliyor. Batıya güvenen Ukrayna gibi Yunanistan ve Tayvan 3. Dünya Savaşının ayak sesleridir.

Ayakta kalmak istiyorsak UYANMANIN vakti geldi ve geçiyor. Şayet UYURSAK, yok etmek isteyen içerde ve dışarda bol miktarda leş kargası ile çakallar ordusu tarihteki gibi kol gezmektedir!...

İsmail AKGÜN

Eğitimci-Yazar, Mobbing Bilirkişisi

MEYAD Genel Başkanı

[email protected]