Eskiden insanlar dostuna, arkadaşına veya herhangi birisine selam verirken, merhaba ederken, yürekten ve canı gönülden ederdi.  

Arkadaşına, dostuna asla yanlış yapmaz, gözünü kırpmadan onun için ölüme giderlerdi. O bakımdan; “Bir kahvenin kırk yıl hatırı var” denilmiştir.

Alış-veriş yapılırken bile çek ya da senet kullanılmaz, söz verilince sözünde durulurdu. Onlar için söz, çek ve senetten daha önemliydi…

Keza, eskiden vefa denilen bir şey vardı! Ahde vefa gösterilirdi! İki kişi arkadaş olunca, maddi ve manevi hiçbir fedakârlıktan kaçmaz, son derece bir birilerine güven duyarlardı.

Oysa günümüzde güven kalmamış, ahde vefa tükenmiş, vefa kelimesi sadece İstanbul’da bir semtin adı olarak kalmış.

Bu zamanda kurulan arkadaşlık, dostluk bağları; iki-üç günün nihayetinde yerle yeksan oluyor, derin ayrışmalara dönüşüyor. Birlikte geçirilen acı-tatlı günler bir an da unutulmaya yüz tutuluyor.

Henüz iki gün önce arkadaşken, beraber ağlamış beraber gülmüşken, iyi-kötü günler paylaşılıyorken, bir anda her şey unutuluyor ve azılı bir düşmanlığa dönüşüyor.

Ayrıca her şey maddeye dayanmış. Paran-pulun varsa, makamın ve mevkiin revaçtaysa, etiketin konuşuluyorsa, herkes etrafında fır dönüyor. Düşmanın dahi öz arkadaşın oluveriyor.

Elde-avuçta bir şey kalmayıp, tükendiğin an öz arkadaşın, öz akraban dahi bir anda düşman kesiliyor. Allah’ın selamı dahi esirgeniyor. Dolayısıyla çevrende arkadaşların çokken, aniden yalnız kalmaya mahkûm oluyorsun.

Vakti zamanında yaşlı, piri fani bir baba çocuklarını yanına çağırır ve der ki; “Evlatlarım kendinize dost edinin.”

Çocuklar babalarına derler ki; “Bizim çok dostumuz var.”

Babaları birkaç gün sonra yine aynı şeyi çocuklarına söyler ve yine aynı cevabı alır.  

Bunun üzerine baba, gerçek dostları var mı, yok mu, diye çocuklarını sınamak ister.

Gider pazarda güzel bir keçi alır ve keser. Akabinde bir torbaya koyar, ağzını sıkıca bağlar. Sonra da evin bir köşesine indirir ve çocuklarını çağırır:

“Bakın evlatlarım, ben bu gece bir adam öldürdüm, cinayet işledim! Cenazeyi bir torbaya koydum ve şu odaya indirdim. Ancak ben sizden bir şey istiyorum. Gidin her biriniz bir dostunuzu bu gece bulup getirin, cenazeyi bu gece kaybetmeliyiz. Aksi takdirde beni cezaevine atarlar” der.  

Çocukları, dostlarını çağırmak için hemen yola koyulurlar. Yalnız hangi arkadaşına giderlerse, bir türlü ikna edip getiremez, çarnaçar babasına geri dönerler…  

Baba şunu söyler: “Bakın evlatlarım, benim falan yerde yarım bir dostum var, ona gidip selamımı söyleyin ve kendisine durumu izah edin.”

Çocuklar yola koyulur, babasının arkadaşına gider ve durumu kendisine izah ederler. Baba dostu ise hiç zaman kaybetmeden ivedilikle cenazeyi kaybetmeye gelir.

Çocuklarla beraber eve vardıklarında, hep birlikte torbanın ağzını açar ve görürler ki torbadaki cenaze değil, kesilmiş bir keçi…

Keçi, gece vakti iştahla mideye indikten sonra, baba evlatlarına şunu söyler: “Ben size dost bulun” derdim. Oysa siz hep dediniz ki, “Babacığım dostlarımız çok, ancak çok dediğiniz dostlarınızdan birisini bugün başınız dara düşünce yanınızda bulamadınız, hepsi sizden kaçtı. Oysa benim yarım dediğim bu dostuma gidip durumu söylediniz ve o apar topar geldi.  Dost dediğin böyle olur.”

Demem o ki; bu zamanın dostları sadece iyi gününde yanındadırlar. Yani sen yüceysen çoktur dostun, aksi takdirde kimsen yoktur.

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

 

 

                                                                                         Bilal KARADAĞ

[email protected]