Geçen hafta bir vesileyle il dışına çıkarken, yolculuk esnasında yanımda taşıdığım Hakan Albayrak imzalı şiir kitabına göz attım:

“Yağmur yağıyor / yağmur yağıyor / Avrupalı / şemsiyemi geri ver” isimli şiiri okuyunca etkilendim ve duygularımı yanımda oturan yaşlı amcayla gayri ihtiyari paylaştım. Artık amca konuşmaya başladı, ben sustum, pür dikkat dinliyorum:

“Hâlbuki yağmur rahmettir, şemsiyeye ne gerek var evladım! Gayrı memleketin hali içler acısı; karı yok, yağmuru yok. Bu gidişle kıvranacağız zati susuzluktan. Kurak geçecek zaman.

Gâvur, halkı Müslüman olan her memleketi talan ediyor. Şuna bak, Trump denilen akılsız bir adam, milletin anasını ağlatıyor. Gâvur gâvurluğunu yapacak elbet, ona diyecek bir sözüm yok, bedduadan gayrı…

Amma, bunca zulme bunca eziyete rağmen “Müslüman’ım” diye geçinen ülkeler nasıl oluyor da bütün bunlara seyirci kalıyor. İşte benim aklım buna şaşıyor.

Bizim büyüklerimiz hiç akıl etmiyor mu? Evladım! Yarın bir iki gün sonra sıranın bize gelebileceğini düşünemiyorlar mı hiç?”

Sorular keskin bir bıçak edasıyla acıtıyor yüreğimi! Susuyorum, susuyoruz ve susacaklarımız bir türlü bitmiyor. Ne söylesem boş, ne cevap versem faydasız, çünkü bizler de aynı suallerin peşi sıra koşuşturup duruyoruz gün boyu.

Bizim amcaya anlatacaklarımızı, amca bize anlatıyor aslında; üstelik Anadolu’nun o saf, akıcı, yalan bilmez üslubuyla:

“Üstümüze bela yağıyor evladım! Hep anlatılır ya hani, muhakkak sen de duymuşsundur.

Rabb’imiz Allah, bütün ruhları bir araya toplamış ve sormuş: ‘Ben sizin Rabb’iniz değil miyim?’ diye.

Bu soruya bütün ruhlar birden ‘evet’ cevabını vermişler ve bunun için de ‘bela’ demişler. İşte insan Allah’a vermiş olduğu bu sözü tutmadığı vakit belasını istemiş oluyor.

Başımıza gelen tüm bu musibetler, eziyetler oranın eseri. O sözün tutulmayışının neticesi. Bizim tahsilimiz sizler gibi değil elbet, siz okuryazar gençlersiniz. Söyle hele, bu söylediklerimde haksız mıyım evladım?”

Estağfurullah! Nasıl olur da size haksızsınız diyebilirim amca! Üstelik bu yakındığınız meselelerden yalnızca sizler mutsuz değilsiniz. Kiminle konuşsak aynı dertlerden mustarip, aynı sıkıntıları paylaşıyor bizlerle. Diye cevap verebiliyoruz amcamızın “Haksız mıyım evladım?” sorusuna. Ve susuyoruz, uzun bir müddet koruyoruz sükûnetimizi.

Yaşlı amcamızın ikinci bir yürek kıprayışıyla tekrar başlıyor sohbetimiz:

“Ama evladım, bu milletin imanını çaldılar. Bir milletin asıl sahip olduğu gücün tankta ya da topta olmadığını; bir milletin asıl ve asil gücünün imanlı ve şuurlu evlatlarında olduğunu bu milletin evlatlarına unutturdular.

Bunu da elimizden Kuran’ımızı alarak, bizleri Peygamber sevgisinden mahrum bırakarak başardılar. ‘Televizyon’ dediler, eve zinayı soktular. ‘Gazete’ dediler, ar- hayâ götürmez resimleri çocuklarımıza sundular.

Bizler de yeteri kadar ilgilenemedik evlatlarımızla. Üç günlük dünya hayatı iyi geçsin diye bunca okullara saldık da, sonsuz ahiret hayatı adına tutup kolundan bir Kur’an kursuna salamadık. Daha doğrusu, çocuğumuzu okutacağımız Kur’an kurslarımızı kapattılar.”

Ağlıyordu amca; Bir yandan konuşmasına devam ediyor, diğer yandan da elleriyle gözyaşlarını gizlemeye gayret ediyordu:

“Biz bu hallere düşecek bir millet miydik evladım? Duyduk ki, sabah ezanıyla birlikte Müslümanların üzerine bombalar yağarmış. Hani ‘doğudaki Müslümanın ayağına batan dikenden batıdaki Müslüman acı duymalı’ idi? nerede kaldı o günler delikanlı, nerede?..”

Yaşlı amcamız henüz farkına varmasa da, sohbetimize girizgâh olan ümmetin yağmur duasını şimdi daha güzel anlıyordu. Anlamak ağlamaktı. Bu vakit ağlamak, hem de çok ağlamaktı…

Yıllar önce bu ümmetten alınan iman şemsiyesi münasebetiyle, küfür yağmurlarına karşı korumasız kalan bir neslin mazlumu vardı, şu an yanı başımda ve ağlıyordu.

Filistin’de kurşun yemişlere, Cezayir’de acı görmüşlere, Lübnan’da Siyonizm’e karşı kurşun sıkarken mertçe şehit düşmüşlere, Irak’ta, Afganistan’da, Suriye’de, Arakan’da, kısacası Âlem-i İslam’da küfre karşı şehadet şerbeti içmişlere, derin trajedilere ağlıyordu…

Biliyordu; dökeceği her bir damla gözyaşı, kurumaya yüz tutan direniş tohumuna bir can suyu olacak ve o tohum bu gözyaşlarıyla yeniden hayat bulacaktı.

Yağmur yağıyordu ve amca hala ağlıyordu. Tıpkı Hakan Albayrak gibi: “Yağmur yağıyor / yağmur yağıyor / Avrupalı / şemsiyemi geri ver...” misali…

Selam, sevgi ve gönül dolusu muhabbetlerimle…

                                                                                                                   

                                                                                                                  Bilal KARADAĞ  

                                                                                                        [email protected]