Hızla gelişen teknoloji karşısında, gittikçe küçülen bir dünyaya mukabil; gittikçe bireyselleşen, yalnızlaşan, toplum olmaktan uzaklaşan insanlar haline gelmenin acı gerçekleri her fırsatta yüzümüze bir şamar gibi inmektedir.

Bunlarla birlikte ruhumuzu ve hissimizi de kaybetmeye başladığımız için yediğimiz şamarın farkına var(a)mayan hale geldik.

Yaşanan bu tehlikeler karşısında duyarsız ve aymaz hale gelmemiz ya da cılız ve etkisiz tepki vermemiz bunun en bariz göstergelerindendir.

Şehirlerimiz daha doğrusu şehir hayatımız da bu sürecin kurbanlarındandır.

İçinde bulunduğumuz şehri yaşamıyoruz, sadece şehirde yaşıyoruz.

Doğup büyüdüğümüz, havasından, suyundan ve toprağından istifade ettiğimiz şehre karşı adeta duyarsız bireyler olduk.

Şehrimize, birbirimize, ortak yaşam alanlarımıza ve değerlerimize karşı acımasız olmamız bu yüzden olmalı.

Prof. Dr. Sadettin Ökten hoca şu cümlesi ile bu konuyu daha veciz ifade etmiştir. “Bir şehir için en büyük tehlike, kendi şehirlisini kaybetmektir.

Şehirlerimiz, şehirlisini kaybediyor…

Kendi şehirlisini kaybeden şehir ise, hor kullanılan, yıpratılan, çıkarlara kurban edilen ve adeta ucube bir mekân olarak karşımıza çıkıyor...

Bunu tamamen durdurmak mümkün mü bilmiyorum. Ama en azından direnerek hızını düşürmesini sağlayabilir, olumlu manada oranını yükseltebiliriz.

Bu sadece yönetenlerin değil aynı zamanda yönetilenlerin de sorumluluğundadır. Dücane Cündioğlu’nun dediği gibi, “Bir şehrin kaderini, sadece yönetenlerin ufku ve kalitesi değil, yönetilenlerin kültür ve eğitim düzeyi de belirler.

Tam burada net olarak diyorum ki, yaşadığı şehrin farkında olacak, ona sahip çıkacak ve daha güzel olması için sorumluluk hissederek bunu fiiliyata geçirecek nesillere ihtiyacımız var. Bunun en temel şartı da “insan”ın farkına varmaktır. Zira şehirler “insan” ile şehir olma özelliğini kazanır. Aksi halde taş ve beton yığınları olmaktan öteye gidemezler.

Şehri, şehirlisi ile buluşturmak gerek. Bunun etkili yollarından biri de şehre duyarlı nesiller yetiştirmektir.

Bu bağlamda Adıyaman Kent Konseyi olarak öğrencilerimize yönelik bilgilendirme ve bilinçlendirme çalışmaları başlattık. Bu yeterli değil elbette. Diğer kurumlarımızın hatta STK’larımızın da bu konuda üzerlerine düşenleri (ki her kurum ve kuruluşa bir takım görevleri düşer) yerine getirmeleri gerekir.

Size çok net ama acı bir örnek vermek istiyorum. Malum, Adıyaman’ın önceki adı Hısn-ı Mansur idi. Bu da “Mansur’un Kalesi” anlamına gelmektedir. Mansur ise Adıyaman’ı fetheden Emevi Komutanının adıdır. Bu komutanın kabri/türbesi ise şehrin en merkezi mahallelerinden olan Yenipınar Mahallesinde bulunmaktadır.

Ve bunu, bu şehirde yaşayan, yaşadığını sanan kahir ekseriyet bilmemektedir. Son yıllardaki medya marifetiyle bizim ve duyarlı az sayıdaki arkadaşların çabası olmasa, bilenlerin büyük çoğunluğu da habersiz olacaktı.

Bu örnek yaşadığımız şehre karşı hissiyatımızı, ilgi ve alakamızı en güzel şekilde göstermektedir. Bu türbenin bakımsız, virane bir halde olduğunu söylemek de istemiyorum.

Varın gerisini siz getirin.

Bu yazıda, aslında şehre duyarlı nesiller yetiştirme konusunda daha önce de yazıp gündeme getirdiğim ve şehir merkezi ile ilçeler arasında öğrencilerimize/gençlerimize yönelik tanıtım, bilgilendirme ve bilinçlendirme, dolaysıyla şehrinin, memleketinin farkına varma konusunda yapılabilecek önerimi yazacaktım. Ama yazı uzadı. Bunu sonraki yazılarıma bırakıyorum.

Son söz olarak;

Şehir insanın, insan da şehrin aynasıdır.